Her ne kadar Antalya’da yılın dört mevsiminde denize giriliyorsa da biz sezonu haziran başında açtık. Evimizden beş dakika yürüyerek ulaştığımız sahilde önce minderlerimizi serip güneşlenmeyi denedik. Sahil boyunca belli aralıklarla kurulmuş cankurtaran kulelerinden birinin yanında konuşlanırken kulede üstü sarı tişört, altı kırmızı şort özel giysili Cankurtaran cep telefonu ile konuşuyordu. Hem yüksekte bir yerde olduğundan hem de ses volümü de yüksek olduğu için uzun süren telefon görüşmesini herkes dinlemek zorunda kalıyordu. “Adam bana takmış, tam gıcık birisi. Geçende gelmiş saat dokuzu dört geçiyor 2-3 dakika geç geldik diye bana afra tafra yapıyor. Gıcıklığı buradan belli ki ilk numaralardan değil de adam yoklamaya benim kuleden başlıyor. Arkadan da şu niye eksik, bu niye yok diye bir sürü kıllık yapıyor. Ulan …, ulan … sen kimsin kendini ne sanıyorsun…” şeklinde sürdürdüğü konuşmasından bir arkadaşına üstü ya da amiri durumundaki kişiyi kesip doğruyor. Daha önce de kulenin arka kapısına son derece zevksiz ve özensiz bir şekilde kulenin numarasının yazıldığını görmüş ve çirkin bulmuştum. Muhtemel daha sonra farkına varılmış olunmuş ki üzerini beyaz boya ile kapatmışlardı.
Cankurtaran görevlisi bu telefon konuşmasını sürdürürken sahilden orta yaş üzeri bir amca kulenin yanına yaklaşarak pek de nazik olmayan hatta kaba diyeceğimiz bir üslup ile “Hey… bırak o telefon konuşmasını da yasak olduğu halde denize köpek sokmuşlar. İki saat telefon ile konuşacağına o köpeği çıkar oradan” dedi. Cankurtaran hem konuşmasının kesilmesi hem de kaba bir konuşmaya muhatap olduğu için canı sıkılmış olarak “Ne bağırıyorsun ya. Bana bu şekilde konuşamazsın” şeklinde vites arttırarak cevap verdi. Amca aşağı kalır mı? O da vitesi arttırarak “Ne bağırması. Bütün gün telefonda lak lak edeceğine etrafına bak işini yap” biçiminde cevap verince Cankurtaran “Sana sesini yükseltme dedim. Benim işim denizde boğulanları kurtarmak, denizden köpek çıkarmak değil.” diye sürdürdü konuşmasını. Ama amca da pes edecek gibi değildi. Aynı tondaki konuşmasını kendi şezlongunun bulunduğu alana giderken de sürdürüyordu. Cankurtaran bu defa karizmayı daha fazla çizdirmemek ve bu amcaya da haddini bildirmek için oturmakta olduğu kuleden aşağıya inip amcanı peşine doğru giderken bir yandan da “Gel buraya nereye gidiyorsun? Bana bu şekilde konuşamazsın” diyerek meydan okumaya devam ediyordu. Giderek işin renginin değiştiğini ve fiziksel saldırıya dönüşeceğini gören etraftakiler cankurtaranı tutarak teskin edici sözler ile kulesine dönmesini sağladılar. Bir yandan da “Adam psikopat kardeşim sen ona uyma. İpini koparan buraya geliyor. Çok meraklı ise sokakta bir sürü sahipsiz köpek var onlar ile ilgilensin” diyor. Bir diğeri “Burası yolgeçen hanı oldu, sokmayacaksın bu tipleri plaja” diyor. Bir başka teyze de “Ben seni destekliyorum evladım istersen beni şahit yazdırabilirsin” diyor. Bu arada biraz uzaklaşmış olan amcanın da etrafında bir kümelenmenin seslerini duymasak da karşı cephe için neler söyleyebileceğini tahmin edebiliyordum.
Netice olarak asıl sorun çoktan unutulmuş, bırakın çözülmeyi, ifade bile edilemeden durum başka bir mecraya yani amcadan taraf olanlar ile cankurtarandan taraf olanlar diye kümelenme ile sonuçlanmıştı. Böyle durumlar yaşandığında neden biz ilişkilerimizi, iletişim becerilerimizi çözüm ve uzlaşma odaklı değil de çatışma ve kutuplaşma odaklı bir koridora hapsederiz diye hep hayıflanırım. Mesela yakınımızda cereyan eden bu basit olay başka türlü gelişip sonuçlanamaz mıydı? Amcamız daha uygun bir üslup kullanarak giriş yapabilseydi durum ne olurdu? Velev ki aynı kaba ve nezaketsiz giriş ile de diyalog çözüm ve uzlaşma odaklı bir zemine çekilemez miydi?
Doğrudur plaja insanlar seçilerek ya da sınavla alınmıyor. Nazik, kibar, kaba, cahil, agresif her tıynetten insan giriyor olabilir. Ama oradaki kamu görevlisi diyeceğimiz kişi ya da kişiler seçilerek alınıyor. Bu kişiler yüzme, denizde insan kurtarma konularındaki becerileri kadar, insan ilişkilerinde de birikimleri olması halinde süreç daha farklı gelişebilir ve sonuçlanabilir düşüncesindeyim.
Bu durumda filmi biraz geri alıp amcanın nazik olmayan yaklaşımı karşısında Cankurtaran biraz da vites küçültmüş olarak “Anlıyorum amcacığım. Evcil hayvanların denize girmesi hem yasak hem de insanların sağlığı açısından uygun değil. Bu durum haklı olarak sizi üzmüş ve sinirlendirmiş. Ben köpek sahipli mi sahipsiz mi bir bakıp ilgileneyim.” Ya da “Size bizzat yardımcı olmak isterim ama benim buradan ayrılmamam gerekiyor. Ama ilgili bölümü ve kişileri hemen arıyorum. Sorun sanırım en kısa zamanda çözülür” şeklinde bir giriş filmin mutlu sonla bitmesini sağlardı.
Sonra düşündüm de günlük hayatımızda yaşadığımız böylesi küçük ölçekli olaylar ülke siyasetindeki birçok duruma da hem örnek hem de zemin teşkil ediyor. Son seçimleri hatırlayalım. Seçim nedir? Belli zamanlarda siyasi partiler tarafından sorunlar ve çözümleri dile getirilir, vatandaşlar da kendine yakın buldukları tercihleri yaparlar. Özeti bu. Başlangıçta biraz öyle oldu. Bahar gelecek, özgürlük, adalet, huzur, refah, zenginlik gelecek derken birdenbire özellikle ikinci tur dönemecinde -tıpkı cankurtaran ile amca örneğinde olduğu gibi- nasıl olduysa millet bir kümeleşmenin içinde buldu kendini. Bir tarafta teröristler, seçim darbecileri, işgalciler, fetöcular, kandilden talimat alanlar, LGBT’ciler, mandacılar, dinsizler imansızlar, kitapsızlar; diğer yanda vatan, millet, ezan, bayrak, seccade, iha, siha, togg. Bütün bu toz duman içinde vatandaşın işsizlikmiş, enflasyonmuş, yoksullukmuş gibi günlük ve somut sıkıntıları unutuldu gitti. Nihayetinde vatandaş seçimini yaptı. Bazıları buna seçimden çok sayım diyor. Yani kümelenen taraftarların sayımı.
Her ne olursa olsun gerçek olmayanın anlatımındaki maharet, gerçeklerin anlatımındaki yetersizliğe galip geldi. Bu durumda muhalefete de söylenecek bir çift sözümüz olacak. Ama bu yazı biraz fazla uzadığı için o kısmı bir başka yazıda ele alacağım.
Nezaket bedavadir diye bir sozu vardir Ingilizlerin. Yani pahali birsey degil ki bulundurmaktan alikoyulasin manasina gelir. Cankurtaranin ifadesini sevmedim. Gorev bilinci bu olmamali. Herhangi biriyle iletisim sekli, ozellikle bahsedilen kisinin ortada olmadigi bir ortamda, bir insanin tiynetini yansitir. Burada da bu gorevlinin disiplinden uzak oldugunu, belki de ise uygun olmadigini gosteriyor. Ona bagiran amcanin da iletisimi yanlis. Ama bu cankurtaranla nasil konusulur ondan da emin degilim. Kuvvetle muhtemel yine saygisizca bir cevap verecekti. Nezaketin umarim birgun geri gelmesi dilegiyle.
Sevgili V.
Kusura bakma ben de yazını yeni gördüm. Benim bloğun teknik alt yapısını Dinçer oğlum gerçekleştiriyor. Biraz da yaşlılık diyelim böylesi güzel değerlendirmeleri zamanında görüp okuyamıyorum. Bu ve daha önceki yazılarıma verdiğin katkı için teşekkür ederim. Ne yazık ki toplumumuz giderek örgütlü, öğretilmiş ve öğrenilmiş cahillik sürecini yaşıyor. Bu insan ilişkilerine de doğal olarak yansıyor. Ne diyelim allah sonumuzu hayretsin. Çok selam Londra’ya……..