LEBALEB

Bazen insanların olaylara ve durumlara tek bir pencereden baktığını, aynı gözlüğü kullandıklarını görmekteyiz. Oysa hayat insana adına tecrübe dediğimiz farklı bakış açılarını armağan ediyor. Evlerimizdeki zorunlu ikamet saatlerinin oldukça çoğaldığı bu günlerde hem bol bol okumak, hem de değişik bakış açılarını değerlendirme fırsatlarımız oldu.

Koronavirüs salgını ile ilgili “Bu millet adam olmaz kardeşim. Bizde bu cahillik, vurdumduymazlık, sorumsuzluk varken bu dertten zor kurtuluruz. Ne maske ne mesafe ne de hijyene kulak asan var. Herkesin başına 7/24 polis de konamaz ya. Kanun ne yapsın devlet ne yapsın. Yapılması gerekenler zaten yapılıyor. Vatandaş kendi sağlığını düşünmüyorsa, karşısındakinin sağlığını düşünmüyorsa yöneticilerin ne suçu var ki?” biçimindeki muhabbetleri çok duymuşuzdur. Bunlarda gerçek payı yok diyemeyiz. Ama konu sadece bu yönü ile değerlendirilebilir mi? Aslına bakarsanız bütün insanların belli bir bilgi ve bilinç düzeyine erişmesi halinde kurallar ve yasaklar koymaya da gerek kalmayabilir. Hayati bir zaruret olmadıkça dış dünya ile teması bir süreliğine kesme gibi en temel tedbir belli bir bilinç ve irade gerektirir. Keşke insanlarımız bu noktada olsa ve hiçbir zorlayıcı tedbire gerek kalmadan bu belayı atlatmış olsak.

Bir başka değerlendirme biçimi de “Bu sistemle, bu düzenle, bu yönetim anlayışı ile bu iş yürümez kardeşim. İlk başlarda doğru dürüst bir maske işini bile beceremediler. Salgın aldı başını gidiyor. Aşı işinde ise patinaj yapmaya başladık. İstatistiklerin gidişatı hiç parlak değil. Bu yönetimle ve yönetim anlayışı ile biz bu işin altından zor kalkarız” gibi cümlelerle kahve sohbetlerinin konusu oluyor.

Bütün bu cümleler farklı bakış açılarının bir ürünü. Her birinin gerçeklik payı da var kuşkusuz. İster iğne çuvaldız meselesi deyin ister talkım salkım meselesi deyin isterseniz de imam cemaat durumu ile açıklayın, ben kendi adıma yaptıklarımdan emin olduktan sonra karşımdakileri eleştirme olmasa bile onlardan bazı şeyleri bekleme hakkım olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bireysel olarak herkesin aynı ciddiyetle sorumluluğunu yerine getirmiş olması gerekir.

Yaklaşık bir yıldan beri dış dünya ile olan münasebetimizi en minimal düzeyde sürdürdük. Belki emekli olmuş olmamız, bazı sorumluluklardan azade olmamız işimizi kolaylaştırdı. Ama medyada sokağa çıkma yasağını ihlal edenlerin çoğunun “Canımız sıkıldı, biraz hava alalım dedik” gibi açıklamalarını dinledikçe, merdiven altı kahvehanelerindeki okey partilerini gördükçe şaşkınlığım iyice artıyor.

Daha önce de yazdım. İlk hayal kırıklığını Ayasofya’nın açılışında yaşadım. Bence özgüveni yüksek ve dış dünyayı iyi okuyabilen bir anlayış bu yapının müze olarak kalmasını devam ettirmeli idi. Ama ne yapalım milli irade öyle istedi ise bize sadece hayırlı olsun demek düşer. Yanlış anlaşılmasın benim hayal kırıklığım müzenin camiye çevrilmesine değil, zamanlamasına ve yöntemine idi. Mesela amaç vasıl olduktan sonra: “Sevgili yurttaşlarım. Yıllar boyu süren hasret nihayet sona erdi ve Ayasofya artık bütünü ile cami olarak tescil edildi ve hizmete açıldı. Rabbim bize bu günleri gösterdiği için minnettarız. Ülkemize ve vatandaşlarımıza hayırlı olmasını dilerim. Ancak içinde bulunduğumuz pandemi sürecinin hassasiyetinin bizlere yüklediği sorumluluğun da etkisi ile sizlerden biraz daha sabır ve fedakarlık isteyeceğim. Bundan böyle yasal olarak da cami olarak açtığımız bu yapıda fiili olarak ibadetlerinizi ileride mutlu, sağlıklı ve güzel günlerde yapmak daha güzel olmaz mı? Bu itibarla da pandemi sonrası yapılacak bir açıklamaya kadar şimdiye kadar olduğu gibi açıklanan sınırlar içinde diğer ibadethanelerde ibadetlerinize devam etmeniz daha hayırlı olacaktır. Çünkü sizlerin hayatı bizler için çok değerlidir. Yakın temasın bu salgın için en önemli risk olduğu gerçeğinden hareketle bu riski alamayız. Yüce milletimin bizi anlayışla karşılayacağına yürekten inanıyorum.” Şeklinde bir konuşma kişiyi daha da yüceltmez miydi?

“Bir garip ölmüş diyeler/ Üç gün sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin” Yunus Emre’ye ait olan bu satırlar gariplerin ölümde bile eşitlenemediğini çok güzel ifade etmektedir. Bu salgın döneminde de bütün kurallar garip, gureba ve sade vatandaşlar için geçerli idi sanki. Birçok eşimiz dostumuz hayatını kaybetti bu salgında. Aldığımız haberlerde daha önce yapılan uygulamaların birçoğunun yapılmadığı ya da sınırlama getirildiğini duyduk. “Özel giysili, maskeli Jandarma nezaretinde çok az kişinin katılımına izin verilerek defin yapıldı. Akabinde tabut ve kıyafetler yakıldı.” biçiminde özetlenen bir tedbirler zinciri içinde sıradan vatandaşın cenazesinde gösterilen bu özen ve tedbirlerin herkes için geçerli olduğu söylenebilir mi? Yetkili bir ağızdan: “Ülkemizin önemli simalarından …….nın vefatını üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Bildiğiniz gibi pandemi nedeniyle zor günler geçirdiğimiz bu dönemde çok istediğim halde kendisinin cenaze merasimine katılamayacağım için çok üzgünüm. Herkes için geçerli olan yaptırım ve sınırlamalar elbette bizler için de geçerlidir. Yakınlarından sınırlı sayıda kişi ile son yolculuğuna yolladığımız merhuma Tanrıdan rahmet, geride kalanlarına sabır ve baş sağlığı dilerim. Yeri gelmişken belirtmeliyim ki medyada yer alan parti kongreleri ile görüntüler korona ile mücadele anlayışı ile hiç uyuşmamıştır ve tekrarlanmaması en büyük dileğimdir. Bundan böyle yapılacak kongrelere sadece oy kullanma durumunda olan üyeler/delegeler iştirak edecektir. Kongrenin pandemi kurallarına uygun biçimde yapılması ve en kısa zamanda sonuçlandırılması sağlanacaktır. Bütün bu işlerin usulüne uygun yürütülmesini denetleyecek yeterli kolluk gücü görevlendirilecektir.” şeklinde herkesi bağlayıcı bir açıklama yapılsa gidişat her bakımdan daha inandırıcı olmaz mı?

İsmet Paşa’yı hepimiz biliriz. İstiklal savaşının Garp Cephesi kumandanı. Türkiye Cumhuriyeti’nin de 2. Cumhurbaşkanı. Ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı yılları tam da 2. Dünya savaşına denk gelmesi onun şanssızlığı ama belki de ülkemizin bir şansı idi. Onunla ilgili anlatılan birçok anekdot vardır. Kendisine “Sen ülkeyi ve ülke insanını aç, sefil ve yoksul bıraktın” şeklinde bir eleştiriye karşılık “Ben sizi aç sefil bırakmış olabilirim ama anasız babasız bırakmadım” şeklinde cevap verdiği söylenir. Daha büyük felaketi yaşamamak için daha küçük sıkıntıları insanlar bazen sineye çekmek durumunda kalabiliyor.

Ne kadar süreceğini bilemediğimiz bu Covid-19 salgınının da bir savaştan farkı yok gibi. Toplumun birçok kesimini çok olumsuz etkilemekte olduğu da açık. Bunun olumsuz etkilerinin asgari düzeyde tutulması için hem bireysel hem de yönetsel tedbirler alınıyor. Bunların yeterli olup olmadığı, ne kadar işe yaradığı tartışılır. Ama bireylerin sonunda “Çok acı çektik, çok sabrettik, çok tükendik ama nihayet yüreğimizi serinleten, geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayan cümleleri duymak istiyoruz.” noktasına geldiğinde ve bir sabah uyandığımızda ülkenin en yetkili kişisinin “Evet bu dönemde çok acılar, sıkıntılar çektiniz. Birçok da kayıplar yaşadık. Sizlere imkanlarımızın elverdiği ölçüde destek olmaya çalıştık. Bunlar yetersiz kalmış olabilir. Sizleri yokluk ve yoksunluk içinde bırakmış olabiliriz ama sizleri aşısız bırakmadık. Pandeminin başından beri muhalefetle kısır tartışmalara girmek yerine önemli önemsiz birilerine laf yetiştirmek yerine geleceği iyi okuyan bir öngörü ile bütün ekonomik, diplomatik enerjimizi aşı tedariki ile ilgili çalışmalara yönelttik. Şu an itibari ile ülkemizim yüzde yüzüne yetecek ……….milyon doz aşı stoklarımızda mevcuttur. Fedakâr sağlık personelimizin 7/24 gayreti ile iki aydan kısa bir zaman içinde tüm yurttaşlarımız aşılanmış olacaktır. Bu konuda İsrail ve Türkiye’nin performansına yetişen üçüncü bir ülke bulunmamaktadır.” Biçiminde açıklamalarını duymak her birimizi ne kadar sevindirir ve mutlu ederdi değil mi? Şimdiye kadar çekilen acıların, çilelerin adeta üstüne su serpilirdi. İşte o zaman yüzyılın liderliği, dünya liderliği kavramlarının içi çok daha iyi doldurulmuş olurdu.

Tagged: Tags

2 Thoughts to “LEBALEB

  1. Tek tek saydıkların, sıraladıkların da geçti gitti, unutuldu sayılır.
    Son üç günde olup bitenleri görünce sanırım ağzınız açık kalacak: “Bunu da mı yaptı, bunu da…!” diyeceksiniz.

  2. Sevgili Emin. Aynen dediğin gibi gündem baş döndürücü bir hızla değişiyor. Artık izlekte zorlanıyoruz. “Sürat felakettir” yerine “ Sürat berekettir” denecek bundan sonra sanırım. Selam ve sevgiler cümleten….

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *