TDK tarafından “Keşif ve tahkik etmeye çalışma, etraf ve teferruatını zahire çıkarma” şeklinde açıklanan İSTİKŞAF sözcüğünü ben ilk kez 7 Haziran 2015 yılındaki genel seçimlerden sonra Ahmet Davutoğlu’nun hükümet kurma çalışmaları sırasında duymuştum. Davutoğlu bu sözcüğü CHP ve MHP ile yaptığı temaslar için kullanmıştı. Uzun süren bu temaslar sonunda hükümet kurulmamış -ki bunda uzlaşma, birlikte yönetme, iş birliği içinde çalışma konusunda henüz yeterince istekli olunmamasının önemi de çoktur-ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçimi yenileme kararı almıştı. Ondan sonrasını zaten biliyoruz.
Daha sonra Türkiye ile Yunanistan arasında ilk turu 2002’de yapılan ve 2016’da kesilen görüşmelerin 5 yıl sonra yeniden başlaması içinde İSTİKŞAFİ GÖRÜŞMELER kavramı kullanıldı. Bu görüşmelerde daha önce yapılan 60 turda ele alınan konuların değerlendirileceği akabinde, mevcut durum ve geleceğe yönelik konularda atılacak adımların ele alınacağı bildiriliyordu.
Benim bu iki örnekten anladığım “İstikşafi görüşme” dediğimiz şey bir sorunu çözmekten çok çözememenin adı galiba. Bizde bunun için ayak sürüme, ipe un serme, top çevirme, zamana oynama, havanda su dövme, dostlar alışverişte görsün şeklinde sayısız kısa ve öz anlatım biçimleri vardır.
Bütün bunlar nerden aklıma geldi derseniz, son aylarda bu isimle tarif edilmese de gidişattan akıbetinin bu olacağını tahmin ettiğim bir görüşme serüveni yaşanıyor ülkemizde. Evet ben önceleri biraz umutlanmıştım ama iş uzamaya başlayınca muhalefetin altılı masa toplantılarına yeni bir “İstikşafi görüşmeler” zinciri eklediğini söyleyebiliriz. Her ay kadınların altın gününe benzer bir işleyişle bir araya geliyor, saatlerce konuşuyor tartışıyor nihayetinde ortalama, yuvarlak cümlelerin yazıldığı bir A4 kağıdına imzalar atılıyor. Bilmiyorum inşallah yanılırım. İstikşafi görüşme konusunda uzman olan Ahmet Davutoğlu’nun bulunduğu bu masadan beni mahcup edecek ve seçimlerin alınmasını sağlayacak somut sonuçlar alındığı gibi uzun zamandır unuttuğumuz uzlaşma, iş birliği içinde birlikte yönetme örneklerini de yaşamış oluruz.
Şimdilik birlikteliğin tutkalı Cumhurbaşkanlığı sisteminin her musibetin sebebi olarak kabulü ilaveten de güçlendirilmiş parlamenter sisteme olan derin özlem ve hayranlık oluşturuyor. Bu seçmende ne kadar motivasyon yaratır, B C D planları var mı henüz bilemiyoruz. Ucube sistem olarak adlandırdıkları ve her olumsuzluğun sebebi olarak gösterdikleri Cumhurbaşkanlığı sistemi üzerine o kadar abanılıyor ki daha önceki başbakanlığı dönemindeki yönetim biçimini hatırlamasam Sayın Tayyip Erdoğan’ın meğer hiç günahı yokmuş, bütün kabahat bu lanet olası sistemde imiş diyesim geliyor.
Bütün bu beyhude gayretler içinde görülen ama görmezden gelinen bir HDP olgusu var. Hangi tarafa ağırlığını koyarsa sonuçları etkileyecek bir potansiyele sahip olan bu oluşum ile ilgili herkes her şey söylüyor ama asıl dükkânın sahibinin ne dediğini kimse bilmiyor. Bu partinin şu an bulunduğu ya da bekletildiği nokta kendi tercihi mi, yoksa “madem bana yar olmuyorsun seni kimseye yar etmem” diye düşünen bir üst aklın belirlediği pozisyon mu? Bütün bu konulardaki düşüncelerimi bir yazının son paragrafına sığdırmak istemem. Bu durumu ve HDP’yi ayrı bir yazıda daha uzun olarak irdelemek isterim.
Şimdilik istikşafi görüşmeleri izlemeye devam edelim.