Bu yazı dizisinde geçmişteki yolculuklardan hareketle yavaş yavaş bugünlere gelmemin sırası geldi diye düşünmeye başladım. Ama yine de geçmiş yaşantılarımdaki bölük pörçük anılar canlanıverdi zihnimde yine. Görevimiz gereği kurumları ziyaret ettiğimizde görevlilerin hem fiziken hem de fonksiyonel olarak görevinin başında ve varlıklarının hissedilmesi konusunda ilginç gözlemlerim oldu.
Sözgelimi girdiğim bir derslikte öğrencilerin gürültüsü, birbirleri ile itişip kakışması hatta koşturmasını görünce öğretmenin derslikte olmadığı düşüncesine kapılmıştım bir an. Fakat arka sıralardan bir öğrencinin yanından kalkarak bana doğru yürüyerek geldiğini görünce yanıldığımı anladım. Olağan tanışma ve akabinde görevimizin gereğini yerine getirdikten ve gerekli tavsiyeleri yaptıktan sonra derslikten ayrılmıştım.
Bir başka derslik ziyaretinde ise bunun tam tersi bir manzara ile karşılaşmıştım. Girdiğim derslikteki sınıfın öğretmeni o gün izinliymiş. Böyle durumlarda Müdür yardımcıları bu sınıflarla ilgilenirdi. Öğretmeninden aldığı bilgi istikametinde müdür yardımcısı sınıfta gerekli görevlendirmeleri yapmış. Nihayetinde derslikte sanki öğretmen varmış gibi her öğrenci yönlendirmeler istikametinde hiçbir bıkkınlık ve taşkınlık göstermeden çalışmalara yönelmiş durumdaydı. Bunun anlık bir durum ile ilgili olmayıp o safhaya gelinceye kadar olan zaman içinde yapılması gerekenin zamanında yapılması ile çok yakından ilgisi vardı şüphesiz. Yönetici ya da öğretmen orkestrada her enstrümanı çalmaya çalışan biri değil ortaya çıkacak mükemmeliyeti sağlayacak orkestra şefi olmalı adeta.
Bazen kurum müdürünün öğrencilerin kooperatifte simit satmalarına nezaret ederken gördüğümüz durumlar bile oluyordu. Bütün bu hayatın doğal akışına uygun olmayan durumlar ile ilgili olarak görevli öğretmen ya da yöneticiler görevlerini yapmıyor, çalışmıyor sonucu çıkmaz elbette. Hatta tam tersi samimi bir biçimde çok çalıştıklarını, çok yorulduklarını ve çok terlediklerini bile söylemek mümkün. Ama başarının bilimsel, bilinçli ve sistemli çalışma ile belki daha az yorularak da elde edilebileceğinin bilinmesi gerekli. Hele buna ilgili paydaşları da ortak ettiğinizde keyfinden yenmez. Toplumlar ve ülkeler de okul ve benzeri kurumların büyük ölçekli şekli olduğuna göre her şey orası içinde geçerli.
Siz farkında mısınız bilmiyorum ama Sayın Cumhurbaşkanımızın performansı beni hayrete düşürüyor. 7/24 değerlendirmesi bile yetersiz kalıyor bu koşuşturmaya. O açılıştan, bu kongreye, grup toplantısından, dış gezilere bizim izlerken bile yorulduğumuz gayretler için günün 24 saati nasıl yeter şaşırmamak mümkün değil. İnsanüstü bir çaba ve enerji gerektiren bu yolculukta kendisine sağlık dilemekten başka bir şey gelmez elimizden.
Bana biraz hayatın doğal akışına uygun olmayan ve sahicilikten uzak bir retorik olarak gelen bir duruma bir giriş yapmak isterim buradan. Cumhurbaşkanımızın belli durumlar ile ilgili olarak ağzından duyduğumuz “İçişleri Bakanıma, Şehircilik Bakanıma derhal emir verdim. Tarım Bakanımı oraya hemen gönderdim” gibi birinci tekil şahıs ağzından adeta kişisel personeli imiş gibi ifade edilmesi bir yana doğal gelmiyor bu söylem. Tabi muhatapları da daha bismillah demeden adeta bunu tasdiklercesine söze “Sayın Cumhurbaşkanımızın emir ve talimatı ile…” diye başlaması da başka bir garabet. O zaman da doğal olarak benim zihnimde bir yığın soru birikiyor. Yapılması gereken işler ilgili bakanın zaten görevi değil mi? O göreve getirilirken bakanlığı ile ilgili bilgili birikimli liyakat sahibi olması gerektiği düşünüldüğünde emir ve talimat verilmesini niye beklerler? Durumdan vazife çıkarıp gitmeleri ya da gitmemeleri gerektiğine karar verecek iradeleri yok mu? Emir ve direktif ile geldiklerini birilerini yüceltmek için söylerken kendilerini işlevsizleştirme ve değersizleştirme durumuna düşeceklerini düşünmüyorlar mı? Yoksa bunlar “mış gibi” yaşamanın başka şekli mi? Aslında gerçek düşünceleri “Biz de pek gitme meraklısı değiliz ama madem emir böyle gideceğiz. Ayrıca bizim insanımız karısı ile kavga etse, gecekondusu yıkılsa devlet nerde, bakan nerde diye bağırır. En azından kameralara bir görünelim yoksa medyanın da muhalefetin de dilinden kurtulamayız” diye mi düşünülmektedir.
Ben bu problemlerin çözümüne katkı olması bakımından emirli ve direktifli ziyaretlerin sadece sembolik ve moral olarak belki etkisini olabilir diye düşünüyorum. Şu bakan şu kadar ay orada yatmış, feşmekan bakan şu kadar gün olay mahallinde kalmış gibi durumlar biraz “PR çalışması” gibi geliyor bana. Geçmişteki yaşantılarımdan biliyorum. Bazen böyle yüksek protokol ziyaretleri işleri kolaylaştıran değil zorlaştıran etken haline de gelebiliyor. Çünkü onlar gelirken sadece kendisi gelmiyor. Kameramanı, koruması adeta bir ordu gibi geldikleri için gerçek görevliler “Şunlar bir an önce gitse de rahatça işimizi yapsak” noktasına gelebiliyor.
Güzide İlimiz Isparta™nın 4 gün karanlıkta kalması gösterdi ki problemin yaşandığı anda yapılanlardan çok o yaşanmadan önce yapılması gerekenler daha fazla önem arz ediyor. Kişilerin kurumların görev ve sorumlulukları açık ve net olarak belirlenmesi, liyakat sahibi kişilerin göreve getirilmesi, gerekli denetimlerin yapılarak sonuçları dikkate alınması halinde sıkıntı yaşandığı gün emir ve talimat vermeye gerek kalmadan mesele halledilir. Zaten devlet dediğiniz aygıt da böyle bir şeydir ve bunun için vardır.
Çok yıllar önce okuduğun bir anekdot ile yazımı bitirmek isterim. Çok ünlü bir firmanın patronu ya da yetkilisi iş başvurularını değerlendirirken ilgili kişi ile yaptığı görüşme sırasında başvuran kişinin CV™sini, referanslarını, iş tecrübesini beğenir. İş ile ilgili birkaç soru sorduktan sonra olumlu yanıt vermeyi düşünürken karşısındaki son cümlelerini “Ben çalışmayı çok severim. İnanır mısınız, … yıllık iş hayatımda daha hiç izin kullanmadım” şeklinde bitirince yetkili kişi şöyle bir geriye yaslanır ve “Bu çok fena, çalışan insanlar bedenen ve ruhen yorulurlar, dinlenmeleri tatil yapmaları onları daha başarılı zinde ve verimli kılar. Bu yüzden sizinle çalışmayacağız” cevabını verir.