İlber Ortaylı’nın bir kitabı ile buluşuyoruz bu kez sevgili okurlarımla. İlber Hoca’nın okuyucusu olmak kadar dinleyicisi olmak da keyif veriyor bana. “BİR ÖMÜR NASIL YAŞANIR” kitabı da söyleşi formatında yazılmış bir kitap. Gazeteci Yenal Bilgici’nin insan yaşamı ile ilgili sorduğu sorulara verdiği cevaplardan derlenmiş. Zaman zaman televizyonlardaki programlarda da izlemekteyiz Ortaylı’yı. İzleyicisi olmaktan herkesin kazançlı çıkacağı yazar bu kitabında daha çok gençlere hayatta doğru seçimler yapmaları için önerilerde bulunuyor. İnsanların, özellikle gençlerin, nasihat dinlemek pek hoşuna gitmez ama söz konusu İlber Hoca olunca derin birikimi, samimi ve sahici üslubu ile sohbet ne kadar uzun sürse de insan yine sıkılmıyor. Çok aşağılayıcı bir söz olarak kullanılan “Cahil” sözcüğü herhalde onun dilinde olduğu kadar başka kimsede sevimli görünmez.
Birçokları tarafından bilinmesine rağmen kariyeri ve eserleri ile ilgili kısa bir hatırlatma yapmakta yarar var. 1947 doğumlu olan İlber Ortaylı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile aynı üniversitenin Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Tarih bölümünü bitirmiş. Viyana ve Chicago Üniversitelerinde de eğitimini sürdürmüş. Viyana Cambridge, Kudüs, Oxford, Berlin ve Moskova Üniversitelerinde dersler, seminerler ve konferanslar vermiş. Ankara Üniversitesi’nde Siyasal Bilgiler Fakültesinde Bilim Dalı Başkanlığı da yapan Ortaylı 2005-2012 tarihleri arasında Topkapı Sarayı Müze Başkanlığı görevini de yürütür. Halen Galatasaray Üniversitesi’nde ders vermeye devam eden Ortaylı Almanca, İngilizce, Fransızca, Rusça ve Fars Dillerini bilmektedir. Bazılarını benim de okumuş olduğum eserleri de şöyle sıralanabilir: Osmanlı Devleti’nde Kadı, İlber Ortaylı Seyahatnamesi, Cumhuriyetin İlk Yüzyılı, Türklerin Altın Çağı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Osmanlı Toplumunda Aile, Türkiye’nin Yakın Tarihi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Defterimden Portreler, Ottoman Studies, İstanbul’dan Sayfalar.
Ortaylı, insan hayatında 12-25 yaş döneminin çok önemli olduğunu, bir çok kazanımların bu döneme ait olduğunu, o yaş aralığında alınan eğitimin, okunan kitapların, gezilen yerlerin, seyredilen filmlerin daha kalıcı olduğunu, 40-55 yaşlarının olgunluk ve üretkenliğe uygun olduğu görüşünü ileri sürmektedir. Ülke dışında eğitim almak isteyenler için de Avrupa, Amerika seçeneklerini değil, doğuyu batıyı bir arada öğreten İsrail’i işaret etmektedir.
Söyleşinin “Kimden ne öğrenilir?” sorusuna da cevap olarak da birliktelikleri değer katan insanlardan oluşmasını salık veriyor ve ardından da özetle şu tavsiyeleri sıralıyor:
• Yeni ve farklı ilişkiler kurmaya çalışın. Özellikle okulun dışında, emek isteyen, girişkenlik gerektiren ilişkiler kurduğunuzda ummadığınız farklı dünyalara girersiniz. Görgünüz artar, bilginiz genişler. Bakışınız derinleşir.
• Becerilerinize gerçekten uyan mesleği seçiniz. Kendi kapasitenizin altında çalışmayın; kendinize bol ya da dar gelen bir gömleği giymekten kaçının.
• İlla aynı hayat görüşünü paylaştığınız insanlarla dost olacaksınız diye bir kural yoktur. Ben her dostumun hayat görüşünü paylaşmam ama görüşlerinden faydalanırım.
• Çocuğunuzu sadece kendi olduğu, çocuğunuz olduğu için sevin. Bizdeki büyük yanılgılardan biri insanlarımızın kendi başaramadıkları şeyleri çocuklarından beklemesidir. Bunu yapmayın. Çocuklarınıza kendi yükünüzü yüklemeyin.
Söyleşinin üçüncü bölümü “İnsan kendi kendini nasıl yetiştirir?” sorusu ile ilgili alt başlıklar ve bunlara verilen yanıtlarla ilgili. Entelektüel sözcüğünü “Üstüne vazife olmayan işlerle ilgilenen kişi” olarak tanımlıyor ve bu konularla ilgili özetle şu tespit ve tavsiyelerde bulunuyor:
• Kendinizi geliştirmek, yetiştirmek istiyorsanız işinizle gücünüzle ilgili olmayan konularla da ilgileneceksiniz. Mühendis de olsanız örneğin coğrafyayla tarihle uğraşacaksınız, müzikten anlayacaksınız, dans edeceksiniz. Milletin halini dert edineceksiniz. Bir Rönesans entelektüeli olan Fatih Sultan Mehmet Han’dan beri durum böyledir. Atatürk de bir entelektüeldir.
• İnsan ancak önündeki modele bakarak kendini belirleyebilir. O model başka dünyalar kurabilen biriyse sen de o dünyaya adım atabilirsin. Dil, dünyanızı rahatlıkla değiştirir. Sizi farklı belki hayal bile edemediğiniz yerlere taşıyabilir. İçinde bulunduğunuz çevreyi öğrendiğiniz dil ile yırtabilirsin. Ama unutmayın, tekbir dil asla yetmez, en az iki-üç dil bilmelisiniz. Aydın olmak için yabancı dil, hukuk bilgisi ve mukayese becerisi muhakkak gereklidir.
Kitabın dördüncü bölümünde ise “Nasıl çalışmak gerekir?” sorusu ile ilgili cümleler var. Bunun için de ilk önce düşünmeyi bilmek gerektiği vurgulanıyor. İyi düşünme de yalnız kalabilme becerisine bağlanıyor. Söyleşide bu konu ile ilgili satır başlarını şöyle sıralayabiliriz:
• İyi düşünmek için esasen yalnız kalmak gerekir. Türklerin böyle bir kabiliyeti yoktur. Türkler yalnız olmamanın getirdiği garantiye, yani tehlikeden uzak yaşamanın konforuna güvenir, bu da yaratıcılığı öldürür. Düşünmesini bilirsen rüyada bile düşünürsün. Birçok iyi fikir insana rüyada gelir.
• Cesur olun, kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışına da pencere açın. O pencereyi açıp pencereden farklı dünyalar görebilirsiniz. Hareket etmekten korkmayın. Kendinizi geliştirmek istiyorsanız farklı yerlere bakacaksınız, farklı gruplara girip çıkacaksınız. Kendinizi farklı sınavlara tabi tutacaksınız.
Nasıl seyahat edileceği ve nerelerin görülmesi gerektiği ile ilgili olarak da söyleşide ilginç cümlelere rastlıyoruz. Bir şehri gezmek için emek harcanması, harita kullanılması, notlar alınması gerektiği de özellikle vurgulanıyor. Bölümün sonunda başta Kahire Arkeoloji müzesi, Tahran Arkeoloji Müzesi, Kudüs İsrail Müzesi olmak üzere muhakkak görülmesi gereken müzeler bir liste halinde yer alıyor. Gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı geziler ile ilgili olarak şu tavsiyelerde bulunuluyor:
• Seyahatinize yakın çevreden başlayın. Konya Ereğlisi, Beyşehir gölü kenarında Kubadabad Sarayı görülebilir. Safranbolu da ihmal edilmemeli. Niğde, Aksaray, Ankara, İzmir ve Eskişehir’in devlet binaları görülebilir.
• Bir Türk Avrupa’da en çok iki ülkede rahat eder; İtalya ve İspanya. Özellikle İspanya’nın insanı, rahatlığı ve cana yakınlığı ile bize kendimizi evde hissettirir. Görmeden ölmemek gereken çok şehir var; Semerkant, Buhara, Kudüs, İsfahan, Kahire, Şam, Roma, Floransa, Londra.
• Yunanistan’a gidenler Girit’i mutlaka görmeli. İslamiyet’in en hoş yaşandığı yer olan Saraybosna da ihmal edilmemeli. Macaristan da görülecek ülkeler arasına eklenmeli, Orta Asya’da Özbekistan’da Ahmet Yesevi’nin Şehri Yesi’ye gittiğinizde de çok farklı şeyler görülecektir
Söyleşinin eğitimde yapılacak tercihlerle ilgili bölümünde de Ortaylı kendi birikim ve tecrübelerini ışığı altında ilginç değerlendirmelerde bulunuyor. Eğitim sistemlerinin en önemli ayağı olan öğretmen yetiştirme politikalarında iki önemli hataya dikkat çekiliyor. Bunlardan biri çokça bahsedilen Köy enstitülerinin kapatılması, diğerinin de pek bahsedilmemesine rağmen en birincisi kadar yıkım olan Eğitim Enstitülerinin kapatılması olduğu belirtiliyor ve şu tavsiyelerde bulunuyor:
• En çok öğretmene dikkat etmemiz lazım. Bizde model hep öğretmenlerdir, anlattıkları ile bir dünya kurarlar. Öğretmen iyi ise toplumunu kurtarır. Öğretmenler artık rol modeli, kanaat önderi olarak aramızda değil. Acilen ve de bir lider olarak geri dönmeleri gerekiyor.
• Çok açık ki Türkiye’ye bin tane imam-hatip okulu lazım değil. Sayılar mütevazi, okullar da tam teşekküllü olmalı, İmam-hatiplerde gerçek bir eğitim vermek istiyorsan eğittiğin çocuğa iki ölü, iki diri dil öğreteceksin. Başka türlü olmaz bu iş.
• Bilmem nerelerde üniversiteler açılıyor, bizim çocuklarımızda oralara gidince kurtulacaklarını zannediyorlar. İyi olmayan üniversiteye gideceklerine, üniversiteye gitmesinler. Kabiliyetleri tespit eden çocukları ona göre yetiştiren bir sistem kurmamız gerekiyor. Hiçbir toplum yetenekli çocuklarını harcayacak lükse sahip değildir.
• Çocuğunuzu ne fazla övün ne de fazla yerin. Bir çocuğu sürekli övmek iyi bir şey değildir. İnsanın çocuğundan dahi diye bahsetmesi, devamlı yermek, küçümsemek kadar tehlikelidir. Çocuklarınızı hayatın zorluklarına realist bir şekilde hazırlayın. Türkiye’de dayanıksız, hayata hazırlıksız, en küçük güçlükte tökezlemeye meyilli çocuklar yetişiyor. Çocukların yokluğu, zorluğu, mahrumiyeti bilmesi lazım. Eğitimin tümünü okul veremez; eğitim satın alınacak, herkese aynı şekilde hitap eden bir ürün değildir.
Söyleşinin ilerleyen bölümlerinde sahne sanatları ilgili olarak da oldukça düşündürücü ve fikir verici tavsiyelerine rastlıyoruz Ortaylı’nın. Öncelikle Hollywood’un o renkli dünyası benimsenmiyor. Tarihi filmler için İtalyan sineması öneriliyor. Polonya sinemasından Adrzej Wajda’nın tüm filmlerini seyredilebilir buluyor. Ülkemiz sineması için de yapımcı olarak Lütfi Akad ve Halit Refiğ’i beğeniyor. Bölümün sonunda “Potemkin Zırhlısı”ndan başlamak üzere 26 adet filmi seyretmeyi tavsiye ediyor.
“Tiyatro neymiş görmek isteyen üç şehre gitmelidir; Moskova, Londra ve Tel Aviv” diyor Ortaylı. Londra’da bir tiyatroda bir oyun izlemiş biri olarak (Operadaki Hayalet) hak vermemek elde değil bu değerlendirmeye. Tabii ki bu epey emek ve para isteyen bir yönü de var bunun.
Müzik olarak da tercihini başta Mozart, Beethoven, ve Haydn’ı içine alan klasiklerden yana kullanıyor Hocamız. Türk müziği ile ilgili olarak oldukça gerilere uzanarak Dede Efendi, Abdülkadir Meragi, Itri ve Hacı Arif Beyi öne çıkarıyor. Fazıl Say da çok takdir ettiği sanatçılar arasında. Bölümün sonunda dinlemek isteyenler için 32 parçadan oluşan müzik albümü eklenmiş.
Söyleşinin edebiyat ile ilgili bölümünde Rus edebiyatı farklı bir yere konuyor. Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Puşkin okunmasını önerdiklerinin başında geliyor. Fransız klasiklerini de eklemeyi ihmal etmiyor. Türkçeyi sevdirmeleri açısından Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Halide Edip Adıvar’ı tavsiye ediyor. Falih Rıfkı Atay ile Şevket Süreyya Aydemir de sevdikleri arasında. Günümüze yaklaşıldığında ise Oktay Anar ile Şule Gürbüz’ü okumayı öneriyor. Bu bölümün sonunda da okunmasını önerdiği 25 yerli ve yabancı kitabın listesi konmuş.
Kitabın sekizinci ve son bölümü de “İnsan yaşadığı şehirden nasıl yararlanır?” ile ilgili sorulara verilen cevaplara ayrılmış. “İyi şehir; iyi bir kütüphanede çalıştıktan sonra, iyi bir salonda, iyi bir tiyatro oyunu seyredebileceğin ve temsilin ardından güzel bir kafeye gidip sohbet edebildiğin şehirdir” diyor ve şu tespitlerde bulunuyor Ortaylı:
• İstanbul’da gezilmesi gereken yerlerin başında Ayasofya ve Sinan’ın Süleymaniye’si gelir. Topkapı ve Dolmabahçe’yi de muhakkak saymalıyız. Onlardan da önce Askeri Müze, Kariye Camii, bütün Mimar Sinan camileri, Arkeoloji Müzesi, İslam eserleri müzesi vardır.
• Çok övündüğümüz Mimar Sinan’ı çok iyi anlamamız lazım. Özellikle de şehirciliğini kavramalıyız. Çünkü Sinan sadece bir mimar değil, şehircidir de. Çevreyle bağını kuran nadir mimarlardandır, çevreye saygılıdır.
• İstanbul’a ne lazım? En az 15-20 adet, boy boy gösteri salonu; bir büyük opera binası, bir de büyük kültürel faaliyetler için arena… Milli Müze Kurmamız lazım. Çünkü sergilenmesi gereken çok parçamız var. Öyle ki elimizdeki parçalardan Louvre’a ve benzerlerine tekabül eden bir müze kurulabilir.
• Bir şehir, insana ilgi sahaları sunabiliyorsa ya da belli bir sahanın içinde kişinin kendisini geliştirmesini sağlayabiliyorsa özel bir şehirdir.
Bu bölümün sonuna da yine Ayasofya, Selimiye ve Süleymaniye’den başlayarak İstanbul’da ve Ülkenin diğer yerlerinde görülmesi gereken 20 eser listelenmiş. Kitabın son birkaç sayfası da söyleşide adi geçen yüze yakın ünlü ismin her birinin birkaç cümle ile de olsa tanıtımına ayrılmış.
Sevgili arkadaşım;
İlber Ortaylı’yı her yönüyle anlatan çok güzel bir yazı olmuş. Eline diline sağlık.
Teşekkürler Emin arkadaş. Ortaylı hoca çok takdir ettiğim biri. Blogumuzda ona yer vermesek haksızlık olurdu. Selam ve sevgiler…
Yazmak , okumak hayatın en zevkli uğraşları bence, ancak yazmak, yazabilmek için, anlama, kavrama, damıtma, değerlendirme, gözlemleme , sentezleme gibi bir çok eylemi birlikte yapabilme becerilerini gerektirir. Birikim ve kalemle dostluk da çok önemli, sen bu konuda; kitap değerledirme uğraşısında çok başarılısın, seni kutlarım arkadaşım. Ben de değerlendirdiğin kitapları keyifle alıp okuyorum. Ellerine sağlık, teşekkürler Necmi Mola.
Bu güzel değerlendirmen için çok teşekkürler Leman. Bunları sizden, özellikle bir Türkçe öğretmeninden duymak çok daha güzel ve değerli. Senin gibi güzide dostlarımıza da her zaman açık blogum. Hem benim için hem dışımızda bulunanlar için kazan-kazan durumu da diyebiliriz buna. Gücümüz,aklımız yettiğince devam ettirmeye çalışacağım. Sizlerin beğeni ve değerlendirmeleri cesaretimi daha da arttırıyor. Tekrar teşekkürler… kal sağlıcakla….