1956 Eylül’ünün bir alaca karanlığında köyümüzden at arabası ile İlkokulu okuyacağım Muratlı kasabasına gelişimi hayal meyal hatırlıyorum. Eşyaların at arabasından henüz sıvası yapılmamış ve pencereleri olmayan iki gözlü kerpiç eve acele ile indirilişi,çamur rutubet kokan yapının pencerelerini hasırla kapatışımız ve yedi numara gaz lambasının aydınlığında yere serilmiş bulunan hasır üzerindeki yatakta sabahlayışımızla ilgili görüntüler beleğimde bölük pörçük yer alıyor.Ertesi sabah uyandığımda nerden ve nasıl geldiğini anlayamadığım ama taze vernik ve cila kokusu hala burnunda tüten ve içinde yalnızca bir defter ve kalemin bulunduğu tahtadan yapılmış kahverengi ile sarı renk arası okul çantaları elimize tutuşturuluyor.Daha sonra dedemin bin bir güçlükle aldığı bu çantaların birinin benim diğerinin de benden iki sınıf ilerideki amcam için alındığını öğreniyorum.
Okulların ilk açıldığı gün amcamla –ki benden 3-4 yaş büyük olduğu için ben ona hep aga derdim- belki de kasabanın tek ilkokulu olan Mithat paşa İlkokuluna götürülüyoruz .Birden kendimi mahşeri bir kalabalık içinde buluyorum. O güne kadar köyde en fazla 3-5 kişilik oyun arkadaşlıkları dışında bir kalabalıkla karşılaşmayan biri için şimdiki tahminlerime göre en çok 200-250 kişiden ibaret de olsa bu kadar kalabalık bir insan yığını alışılmış bir durum değildi. Daha sonra hep birlikte okunan ve benim ilk kez duyduğum istiklal marşının söylenişi şaşkınlığımı daha da arttırmıştı. Bağıran,çağıran,koşturan ağlayan bir insan yığını idi o günden hatırladıklarım.
Okulda 3.sınıfa kadar Enise öğretmende okumuştum. “Niye Enise öğretmen?”diye sorduğumda “Öğretmenlerin en iyisi o.Onun için ona kısaca Enise öğretmen diyorlar” şeklinde bir açıklamanın tarafıma yapıldığını hatırlıyorum. Nahiye Müdürünün –ki o zaman kasabamız henüz ilçe olmamıştı ve ilçe olması için daha bir yıl bekleyecektik.-eşi olan Enise öğretmen gerçekten eskilerin ismi ile müsemma dediği gibi “En iyisi” yakıştırmasına uyan birisi idi. 4 ve 5. sınıfları da arada geçici günlük,haftalık öğretmenleri saymazsak Hikmet ve Pakize hanımlarda okudum.Bilinir ki ilkokul döneminde öğretmenleri çocukların kahramanları ve en tutkulu aşklarıdır.Bu bizler içinde böyleydi.Tabi bu arada Hikmet öğretmenden pi sayısı yüzünden yediğim tokadı da unutmuş değilim.Bana sorulan pi sayısının 3 olan kısmını hatırlamıştım ama ondan sonraki 14 kısmını hatırlamayınca o günlerin rutin ve yaygın cezalandırma uygulaması olan şamar sol yanağımda şaklamıştı. Yıllar sonra müfettişlik görevimi yürüttüğüm Tekirdağ ilinde -sanıyorum Süleyman paşa İlkokulunda- kader beni öğretmenimi yani Hikmet hanım’ı teftiş etme rastlantısı ile baş başa bıraktı. Tabi öğretmenimin 20 yıl önceki öğrencisi tarafından denetlenmiş olmasının nasıl bir duygu olduğunu bilemedim. Mutlaka bunu başkaları ile paylaşmıştır. Ben de ona hiçbir zaman pi sayısının bana yaşattıklarını ona hiç hatırlatmadım. Ne de olsa onlar bizim kahramanlarımızdı.
İlkokul yıllarımda bende sters ve sıkıntı yaratan şeyler de yok değildi.Bunlardan biri okul tuvaletlerindeki yaşadıklarımdı.Okul bahçesi çok geniş olduğu için tuvaletler okul binasına 70-80 metre uzaklıkta ve şimdiki öğretmen evi lokalinin bulunduğu yerdeydi.Tuvaletlerde şimdikinin pisuvarına benzeyen bir bölümünde öğrenciler ayakta ihtiyaçlarını gideriyordu. Fakat zaman zaman da öğrenciler kuyruk olmak zorunda kalıyordu.Ben de ne zaman arkamda birinin olduğunu sezsem acele etme kaygısından ihtiyacımı gideremiyordum.Böyle olunca yapılacak iş ya daha sonraki teneffüse yada eve erteleniyordu.
Beş yıllık okulun bitirme sınavları uygulaması da beni en çok geren konuların başında geliyordu. Öğrencilerin her biri her dersten içlerinde başöğretmenin( O zamanlar Müdür yerine başöğretmen vardı.) de olduğu bir komisyonun – o günkü adı ile mümeyyizler- karşısına çıkıyordu. Her birinin sorduğu sorulara adeta bir sorgulama cenderesi içinde yanıtlar veriliyordu. “Gerileme devrinin sebepleri nelerdir?” ya da “Mondros anlaşmasının maddelerini say” gibi talimatlar bilginin de sabrın da sınandığı bir sınav oluyordu. Büyük amcamın aynı okulda öğretmen olması bile sınavda heyecandan dizlerimin titremesini önleyememiş ve beni rahatlatamamıştı. Bütün öğrenciler öylemiydi bilmem ama ben bir yıl bunun gergin bekleyişi içindeydim. İçimden çok kere de bunu niye yazılı hale getirmezler diye geçirmiştim(Dualarım kabul görmüş olacak ki ertesi yıldan sonra bu sınavlar yazılı hale geldi ve en azından ortaokulda bu işkence bitmiş oldu.)
O yıllarda oyunlarımız da oyuncaklarımız da çok natureldi. Pancar,ayçıçeği,kabak gibi bitkilerden değişik arabalar,söğüt dalından yapılan düdük,en çok yapılan ve kullanılan oyuncaklardı.Satın alınanlar ise misket,bilye,cirlop denen renkli cam veya plastik yuvarlaklardı. Mahalle arasında oynadığımız top çoğunlukla paçavradan,inek tüyünden analarımıza yaptırdığımız kısmen topa benzeyen gereçlerdi.Lastik veya dolma toplara sahip olabilmek için biraz daha hali vakti yerinde olunması gerekiyordu.Meşin veya meşine benzer bir top okulumuza-veya sınıfımıza-İlçemizin iki fabrikatöründen biri olan Rıfkı beyin oğlu Nazmi tarafından getirilmişti.Bu mükemmel eşyaya sahip olmanın ayrıcalığını bilen Nazmi de takımları kurma,istediğini kendi takımına alma hakkını kullanıyordu.Çoğunlukla sınıfımızın yaşça ve bedence en irisi durumunda olan Abbas Çankaya-ki sonra kendisi terzi olarak yolunu seçmiştir- Nazmi’nin ilk aldığı oyunculardandı.Benim bu takımlarda yer alıp almadığımı hatırlamıyorum ama Nazminin oluşturduğu takımın yenilmesi pek kabil olmadığını unutmadım.
Yazı içindeki resimlerde Anaokulu resmini görenler herhalde” Burası da Necmi beyin okuduğu Anaokulu olsa gerek” veya “Ana okulunu yazacağı yere koyacağına buraya koymuş” gibi tahminde bulunabilir. Oysa 1956 lı yıllarda Anaokulu veya Ana sınıfı sözcükleri henüz eğitim lügatımıza girmemişti. Resimdeki Yavuzselim Ana okulu benim1961 yılında bitirmiş olduğum Mithatpaşa İlkokulun yıllar sonra ana okuluna dönüştürülmüş halidir.
Şu ilk resimdeki kerpiç ev ne büyük gelirdi bana zamanında.. Şimdi ise kapısından girerken bile iki büklüm olmam gerekiyor nerdeyse..
Hey gidi günler hey..
Evet zamanla nasıl da değişiyor herşey.Bikaç resim daha çekmem gerekiyordu oralardan.Ayrıca bir arada Edirneye gidip bloga koymak için öğretmen okulunun resmini de çekmeyi düşünüyorum.Tabi sırada Marmara Üniversitesinin resmi de var.Orayı sadece sen bitirmedin.hatırlarsan beraber bitirmiştik.
Kepli resmini koyarsın o zaman mezuniyet töreninden 🙂
tebrik ederim guzel yazi
keyifle okudum
tebrikleriniz ve teşvikleriniz bize cesaret verecek.Teşekkürler.Bizi izlemeye devam edin
Tekirdağı, Muratlıyı, Hayraboluyu, Muzrupluyu mercek altına alan yazılar da bekliyoruz..