“Hong Kong’a kadar gelmişken Macau adasını görmeden olmaz” diyen çocuklarımızın rehberlik ve refakatinde bir günümüzü de buraya ayırdık. Macau adası da tıpkı Hong Kong’un İngiltere ile olan ilişkisine benzer şekilde yıllarca Portekiz egemenliğinde kalmış ve 1999 yılından itibaren de Çin Halk Cumhuriyetine bağlı özerk bir bölge olmuş. Kendine ait parası, bayrağı olan bu ülkeye Çin dahil bütün ülke vatandaşları pasaportla girebiliyor. Hong Kong’tan buraya 10-15 dakikada bir bizim deniz otobüslerine benzer feribotlar çalışıyor ve yolculuk bir saat sürüyor. Bu yolculuk için yapacağınız yolculuğun saatine göre 165- 195 HD (85-90 TL)ödüyorsunuz. Çok daha yüksek ücretle helikopter ile de ulaşmak mümkün. Buraya Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke vatandaşları vizesiz seyahat edebiliyor.
Feribotumuz Macau’ya varıp iskeleye yanaştıktan sonra herkesle birlikte pasaport kontrolü için sıramız geldiğinde tatsız bir sürprizle karşılaştık. Türk pasaportu taşıdığımızdan olsa gerek görevliler kendi aralarında kendi dillerince fısıldadılar ve sonra bizi herkesin meraklı bakışları arasında başka bir bölüme götürdüler. İçeride pasaportlarımız yarım saate yakın bir süre incelendikten sonra Macau topraklarına girmemize izin verildi. 500.000 nüfuslu, buraya gelmesek varlığından bile haberdar olmayacağımız, haritada yerini dahi bulamayacağımız, en büyük gelir kaynağı kumar olan bir ülkede düştüğümüz durum doğrusu çok ağırıma gitti. Nuray tepkisini eliyle koluyla göstermeye başlayınca Müge ve Dinçer onu sakinleştirdiler. Ama görevlilerin son derece kibar ve saygılı davrandığını belirtmeliyim. Neticede onlar da kendilerine verilen talimatı yerine getiriyordu. Bizi bu duruma düşürenler inşallah bundan ders alır diye düşünerek yolculuğumuza devam ettik. İskeleden şehre taksi ya da toplu taşıma araçları ile gidilebiliyor. Ayrıca etrafınızı sarıp size ada turu yaptırmak isteyen kişilerin de esiri olabilirsiniz. Bir de adadaki otellerin tesislerine ücretsiz taşıma hizmetleri var. Biz de bunlardan birine bindik ve araç bizi “The Venetian” oteline getirdi.
Yukarıda da belirttiğim gibi burası Çin’de kumarhanelerin yasal olarak çalıştığı tek bölge ve o yüzden de adı Asya’nın Las Vegas’ı olarak geçiyor. Otelleri de o yüzden çok konforlu ve pahalı. Bu yüzden de birçok kişi buraya Hong Kong’tan günü birlik geliyor. Bizi getirdikleri otel de Venedik’ten esinlenmiş mimarisi ve alış veriş alanları ile barınılacak yerin ötesinde son derece ilginç yaşam atmosferi sunuyor ziyaretçilerine. Puslu yağmurlu bir havada girdiğimiz otelin bir bölümünde güneşli bir hava görüntüsü ile karşılaşılması bir tasarım harikası bana göre. Hafta içi ve öğle saatleri olmasına rağmen otelin neredeyse birkaç dönüm büyüklüğündeki kumar salonunun epey kalabalık olması burası ile ilgili söylenenleri doğrular nitelikteydi. Otel içindeki mekanların birinde karnımızı doyurduktan sonra bir taksi ile şehir merkezine gittik.
Beyaz taşlarla desenlendirilmiş şehir meydanı herkesin sanki buluşma noktası oluyor. “Senato” meydanı denilen bu bölgeden hafif yokuş yukarı ilerledikçe etrafta hediyelik eşya ve yiyecek maddeleri satan çok sayıda dükkan var. Bizim bildiğimiz pestile benzeyen ama et olduğunu öğrendiğimiz yiyeceklerin ziyaretçiler tarafından çok rağbet gördüğüne tanık olduk. Ama bizim favorimiz çocuklarımızın önceki seyahatlerinden deneyip beğendikleri bademli kurabiyelerdi. Denemenizi öneririz. Yokuşun sonu bizi 1600 lü yıllarda yapılan ve sadece ön cephe duvarı ayakta kalan St.Paul katedraline kadar götürdü. Oradan da epeyce bir merdiven çıkarak yüksekçe bir yerde olan Macau kalesine ulaştık. Buradan adanın ,şehrin en güzel görüntülerini izlemek mümkün. Kalenin hemen içindeki Macau Müzesini de vaktiniz olduğunda gezilecek yerler arasına ekleyebilirsiniz.