Kökenimizin Balkanlara dayanmasına rağmen fırsatını bulup bu coğrafyadaki ülkeleri gezip görme fırsatımız olmadı. Çocuklarımız Bükreş’e birkaç günlüğüne yapacakları iş ziyaretlerini gerçekleştirirken bizleri de yanlarında görmek istediklerini belirtince fazla ikiletmeden bu davete icabet ettik. Onlar farklı yerlerden gelip biz de İstanbul Hava Limanından eklemlenerek Bükreş istikametine startı verdik.
Sabah saat 8:30 civarında kalkan uçağımız bir saat sonra Bükreş Henri Coandă Uluslararası Havalimanına indi. Bükreş Havaalanı gerek büyüklük gerekse hareketlilik olarak daha önce gördüğüm Amsterdam, Şangay, Hong Kong ve tabii bizim İstanbul Havaalanına göre biraz küçük, mütevazi ve sönük kalıyor. Havaalanından Uber vasıtası ile bindiğimiz araç bizi 20 dakikada şehir merkezindeki otelimize getirdi.
Yol boyunca genel görünüm ve atmosfer olarak sanki kendi ülkemizin bir devamı gibi bir coğrafyada hissettim kendimi. Otelimizde biraz dinlendikten sonra adımlarımızın bizleri sürüklediği istikamette çevre gezintilerine çıktık. Bulunduğumuz lokasyonun Eski Bükreş olarak adlandırıldığını öğrendik. Zaten çoğu kamu binası olarak kullanılan sütunlu, kemerli işlemeli tarihi binaların çokluğundan bunu anlamak mümkün. Etrafı turlarken zaman da epey ilerlediği için öncelikle midemizin hatırlatması ile gözlerimiz yiyecek mekanlarını taramaya başladı. Otelimizin bulunduğu lokasyon Allahtan bu konuda bize hayli cömert davranıyordu.
Algıda seçicilik durumundan olsa gerek kapısında “Saray Restaurant Turcesc and Pub” tabelasını gördüğümüz mekâna kendimizi attık. Menü olarak önümüze konan kalın klasörde yabancısı olmadığımız çok sayıda seçenek sunuluyor müşteriye. Ayrıca kapakta “HELAL” sözcüğünün konması müessesenin hedef kitlesini göstermeye yetiyordu. Biz de damağımızın aşina olduğu siparişleri verdik. Çat pat Türkçe konuşan garsonlar servislerimizi yaptı. Çorba ve lahmacunu fena değildi. Ama bir sonraki gün sipariş ettiğimiz lahmacun aynı güzellikte değildi. Bir de tatlılar konusunda bir deneyim yaşayalım diyerek menüdeki resimlerinde güzel gördüğümüz Güllaç ve Kazandibi söyledik. Ama görüntü olarak da kıvam ve lezzet olarak da bildiğimiz ve hatırladığımız tatlılara hiç benzemedikleri için ancak birer kaşık alabildik.
Çevrede yemek ile ilgili her zevke, keseye ve damağa hitap eden çok sayıda mekânın olduğuna tanıklık ettik. Bunların bazılarına çat kapı gidebiliyorsunuz. Bazılarının önünde- bizim eskiden Topkapı’da otobüslere yolcu ayartan çığırtkanlar gibi- içeri müşteri davet eden genç kızlara da rastlayabilirsiniz. Bunun yanında Grand Cafe Van Gogh gibi, Caru’ cu bere gibi çat kapı gitmenizin genelde mümkün olmadığı, ancak daha önceden rezervasyon yaptırmanız halinde belli saatlerde yer bulabileceğiniz mekanların da olduğunu hatırlatalım.
Birçoğumuzun yeni gittikleri coğrafyalarda en çok merak ettiği husus fiyatlar ve ücretler oluyor. Ona göre de o ülkelerin pahalı ve ucuz olduğu ile ilgili yargıda bulunuyoruz. Öncelikle Romanya’nın para biriminin “Lei”(ley) olduğunu belirtelim. Bir de 1 Ley’in 7 TL olduğunu, 1 Euro’nun da 5 Ley’e karşılık geldiğini (Mart 2024 itibari ile tabii) zihnimizin bir kenarına not edelim. Bizim paramız dünyada en hızlı değer kaybeden para olduğunu yaşayarak gördüğüm için dünyanın bütün ülkeleri bize göre ister istemez pahalı ülkeler, dünyanın bütün ülkelerine göre de bizim ülkemiz ucuz ülke oluyor.
Fikir vermesi açısından örneğin Saray Restoran’da 4 kişi için mütevazi bir yemeğin 400-450 Ley, Van Gogh Cafe’de 3 kişilik omlet ağırlıklı kahvaltının 200 Ley, Vegan yemekleri ile bilinen bir İtalyan lokantasında dört kişilik bir yemek için ödeyeceğiniz miktarın 500-550 ley olduğunu bilmenizde yarar var. Bunlara ilaveten yazımın içinde market raflarından çektiğim görsellerdeki etiket fiyatlarına bakarak da buradaki pahalılık hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün. Tabi bizim paramızla olan karşılığını bulmak için de 7 ile çarpmayı unutmayın, tabii ki şimdilik!
Afiyet olsun.
Göz hakkı yok mu?