VE GENÇER BÜYÜYOR/YÜKSEKOKUL

Zamanı gelince her öğrenci gibi Gençer de üniversite sınavlarına girdi. Çok da iyi bir puan aldı. Yani o puanla Türkiye’nin hangi üniversitesine isterse girebilirdi dersek hiç de abartmış olmayız. Tabi yelpaze ne kadar geniş olursa karar vermek de o denli güç oluyordu. Birçok okuldan yazılar teşvikler geliyor bu da kafaları biraz daha karıştırıyordu. Birlikte bazı devlet ve vakıf üniversitelerini gezdik. Vakıf üniversiteleri her ne kadar burs verseler de açıkçası sürekliliği konusunda endişelerim vardı. Çocukları yönlendirmek hem uygun değildi hem de çok zordu. Yoksa içimizden geçen tıp fakültelerini telaffuz bile edemiyorduk. Neticede çeşitli danışmanlardan alınan bilgilerin ışığında Boğaziçi Üniversitesi ekonomi bölümüne kaydını yaptırdı. Koç lisesinde okuduğu İngilizce ile hazırlıktan da muaf oldu. Ama Boğaziçi gibi popüler bir kurum da olsa daha önce söylediğim gibi Gençer’in okullarla yıldızı bir türlü barışmadı. Sanıyorum okula sadece bitirmek için gitti ve süresi içinde bitirdi de. Tahmin ediyorum daha özgür, daha iyi,daha kaliteli ve daha keyifli yaşamanın ateşi yanıyordu galiba Gençer’in içinde hep.Tabi bunun da bir bedeli vardı.Bu bedeli bizden hiçbir zaman talep etmedi ve kendisi sağladı.Üniversite yıllarında Destek finansta çalışarak bir öğrenciye göre iyi de para kazanıyordu Altınoluktaki küçük yazlığımızı alırken ağabeyi ile birlikte onun desteğinden de yararlandığımızı açıklıkla söyleyebilirim.

diplomay

Gençer bizden veya bazılarından farklı olarak hayatı bazı sınırların ve kalıpların dışında algılıyordu bana göre. Belki de yeni neslin bir özelliği idi bu. Okulu bitirdiğinde stajını yapmakta olduğu kurumdan bir iş teklifi aldığını hatırlıyorum. Bizim gibi düşünenler için bu bulunmaz fırsat olarak değerlendirilir.  Çünkü bizim kriterlerimiz bildik ve alışılmış kriterlerdi. Evinde kalmak, kolay ulaşmak, kira vermemek tahmin edilebilir ve öngörülebilir ortamlarda yaşamak gibi  durumları bir avantaj olarak değerlendiriyorduk.

Tabi Gençer görüşme sonunda bu öneriyi daha önce Hollanda’da çalışmak üzere yaptığı başvuruyu kast ederek  (B) planı olarak değerlendireceğini belirtmiş. Oysa bu bizim “Eldeki bir kuş daldaki üç kuştan yeğdir.” anlayışımıza uymuyordu ama karar onundu ve saygı duymak gerekirdi. Tabi bazen hayatta risk almak da gerekiyordu ve Gençer bu konudaki amacını gerçekleştirmişti. Bu yazıyı yazdığım  tarih itibari ile de Hollanda’nın Amsterdam kentinde çalışmasını sürdürmektedir.

VE GENÇER BÜYÜYOR/ÖZEL KOÇ LİSESİ

“Gençer  artık Özel Koç Lisesi öğrencisi olmuştu.” cümlesi kolay kuruluyor ama o noktaya hiç de kolay gelinmedi. Dinçer’in Cağaloğlu Anadolu Lisesine kaydı sırasında yaşadığımızın bir benzerini de  bu sırada yaşadık. Bilindiği gibi Özel Koç lisesi paralı bir okuldu ve normal şartlarda bizim gibi memur bütçesi ile orada öğrenci okutmak imkansız gibi bir şeydi. Sınavdaki derecesini dikkate alarak ancak burslu olarak okutabilirdik. Önce evimize yakın olması sebebi ile Avrupa yakasındaki Robert koleji telefonla arayarak talebimizi ilettik Onlar son derece klasik bir tavırla; “Siz ücretinizi yatırıp kaydınızı yaptırın,daha sonra da başvurunuzu değerlendiririz” biçiminde bir cevap verdiler. Bizi pek ciddiye bile almamışlardı yani. Bunun üzerine bize oldukça uzak durumda olan  Özel Koç Lisesine bizzat giderek genel Müdürleri Jale Hanımla görüştüm. Son derece anlayışlı ve güven verici biçimde  şu tarihe kadar belgenizi ve diplomanızı getirin önce ön kaydınızı ve sonra da kesin kaydınızı yaparız” diyerek gerekli güvenceyi verdi. Ben de ön kayıtların yapılacağı son gün sınav sonuç belgesi ile Cağaloğlu Anadolu Lisesinden ortaokul diplomasını da alarak Tuzla/Kurt köydeki Özel Koç Lisesine gittim.

Tabi ben tüm bu yolları tren,vapur,belediye otobüsü,minibüs gibi araçlarla yaptığım için Bakırköy’den okula vardığımda saat 14.00 ü geçmişti. Genel müdürün odasına da uğrayayım falan derken de saat 16.00 oldu. Kayıt bürosuna gittiğimde o gün ön kayıtların son günü olduğunu-ki bunu zaten biliyordum- ve sınav takvimine göre ön kayıtların saat 15.00 de sona erdiğini öğrendim. Kurum ciddi bir kurumdu ve her şey usulüne uygundu. Ben bir kez daha her şeyi yüzüme gözüme bulaştırmıştım. Kısmet değilmiş deyip Gençer’in diplomasını eski kurumuna verip “Ne yapalım kaldığı yerden devam eder.”  diyerek kaderimize razı olduk. Okulların açıldığı ilk günlerde annesi bir şansımızı deneyelim diyerek Özel Koç Lisesini tekrar aradı. Tesadüfe bakın ki bir kaç öğrenci kaydını yaptırmadığı için açılan kontenjana Gençer’in kaydını yapmak üzere bizimle iletişim imkanlarını aradıklarını söylemişler. Biz kaybettiğimiz fırsatı tekrar bulacaktık galiba. Bu konuda sicilim pek olumlu olmadığı ayrıca o gün de işim olduğu için Gençer annesi ile gitti. Aynı gün hem kayıt yaptırdılar hem de Gençer Özel koç lisesinin fiilen tam burslu öğrencisi olmuştu.

Evet istediğimiz olmuştu ama yeni durumlar yeni sıkıntıları ve tereddütleri beraberinde getiriyordu. Okul gerçekten mükemmel bir kurumdu. Ama orada okumanın görünen ve görünmeyen sıkıntıları ile baş edebilecek miydik. Öncelikle Tuzla’da olan okula Bakırköy’den gidiş problemi başlı başına bir sorundu. Her ne kadar servisten yaralanma hakkı olsa da Bakırköy yakasından giden 2-3 öğrenci için servis konması mümkün değildi. Önce idareten bir araçtan yararlanıldı .O araç da yarı yılda bıraktı. Diğer öğrencilerin tuzu kuru idi ve bir şekilde işlerini hallederdi. Ama biz ne yapacaktık. Okulla temasa geçerek yarım dönem yatılı olmasını sağladık. Ama bu da tam bir çözüm sağlamıyordu. Sonun da oturduğumuz evi kiraya verip Kadıköy’den bir ev kiralayarak hem Marmara Üniversitesinde okuyan Dinçer’in hem de Gençer’in ulaşım problemini kolaylaştırmış olduk.

İkinci endişemiz bursluluğun sürekliliği konusundaki kaygılarımızdı. Belli bir not ortalamasını tutturmak ve disiplin suçu işlememek bunun en baş koşulu idi. Gençer’de zaten bunun bilincindeydi.Özellikle derslerdeki başarısı ile ilgili bize hiçbir sıkıntı yaşatmadı .Klasik ödüllendirme araçlarından olan takdir ve teşekkür belgelerinin yanında da bu okulun özel olarak geliştirdiği akademik başarı belgelerinden o kadar çok aldı ki  sayısını hatırlamıyorum.Ayrıca  çeşitli etkinliklerde aldığı şilt,plaket vb. ödüller de evimizin duvarlarını ve kendisinin masasını süslemişti .Disiplin konusunda da herhangi bir tatsızlık olmadı sanırım.Yalnız son sınıfa geçince gerek bursu kaybetme korkusunun  azalmasından ve gerekse üniversite hazırlıklarının etkisi ile devamsızlık ve geç gelme ile ilgili birkaç mektup  aldık ama ne yapalım bu kadar kusur kadı kızında da vardı.Varlıklı çocuklarla okumanın getireceği kaygıları da yaşadık bir süre.Fakat bu kaygıların da yersiz olduğunu anlamamız uzun sürmedi.Bu gün hala bu okulda birlikte okuduğu arkadaşları ile samimi ve köklü ilişkileri sürmektedir.

VE GENÇER BÜYÜYOR / BU NİSAN BAŞKA 1 NİSAN

1997 nin bir nisanında  yani o malum tarihte  yaşadığımız  acı olayı ve ardındaki sıkıntılı günleri Dinçer’le ilgili bölümde ayrıntılı olarak anlatmıştım. Gençer de o olayı hazırlamakta olduğu bir ödevinde haber konusu olarak değerlendirmişti. O kazadan en fazla hasarla kurtulan Dinçer olduğu için o günlerde ve haftalarda tüm dikkat ve itinamız da onun üzerindeydi. Hasarın sadece fiziksel bir olay olmadığını ayrıca evde bir başka çocuğumuzun daha olduğunu bazı olaylar bize hatırlatacaktı. Hangi konu görüşüldüğünü hatırlayamadığımız bir günde Gençer’den: ”Keşke ben de ağabeyim gibi olsaydım, keşke benim de belim kırılaydı da ben de yatsaydım” biçiminde biraz isyankar, biraz meydan okuyucu tavırlar görünce çocuk denen varlığın dünyasını anlamak ve gerekli dengeleri tutturma açısından ana,babalığın ne denli zor zanaat olduğunun da farkına vardık.

wahr

Bir tarafı onarırken bir tarafı kırmama hünerini becerebilecek miydik bunu zaman gösterecekti.

VE GENÇER BÜYÜYOR / ANADOLU LİSESİ

Aynı ana babadan olmalarına ve aynı ortamda yetişmelerine karşılık bazı yönleri ile çocuklarımızın birbirinden ayrı özellikler de olduklarını biz de fark edebiliyorduk. Dinçer’in sakin, kurallara bağlı ve temkinli biri olmasına karşın Gençer’de sınırları  ve kuralları zorlayan bazı özellikleri görebiliyorduk. Her ne kadar ders başarıları yönünden bir sıkıntı yaratmadılarsa da bu farklılıkları da gözden kaçmıyordu .Cağaloğlu Anadolu lisesinin hazırlık ile ondan sonraki 1.  ve 2. sınıflarında pek problem yaşamadıysak da 3. sınıfa gelindiğinde bazı derslerin gidişatı ve bazı problemler sonucu  bu okulun giderek Gençer’e dar gelmeye başladığını hisseder olduk. O sıralarda 5 yıllık İlkokullar İlköğretim okullarına dönüşmüş, Anadolu liseleri  ve özel okullar 8. sınıftan sonra öğrenci almaya başlamıştı. Gençer  bu sınavlara  da girdi ve özellikle özel okul sınavlarında iyi de bir derece yaptı.

Bunun üzerine Gençer’i kalıplarının dışına çıkarıp yeni bir başlangıç ve yeni bir heyecan yaratmak uğruna Özel Koç Lisesine kaydını yaptırdık.

VE GENÇER BÜYÜYOR / İLKOKUL

Ağabeyi gibi okumayı biliyor halde birinci sınıfa başlamasından mıdır bilemiyorum çeşitli bahanelerle o yıl yaklaşık 2 aya yakın devamsızlığı oldu. İlkokulun ilk üç sınıfını Nevra Öcal Öğretmende, 4.sınıfını aynı zamanda benim de ortaokuldan sınıf arkadaşım olan Gülay öğretmende okudu. 5. sınıfı da annesinin emekli olduktan sonra çalışmaya başladığı Özel Arel Kolejinde Melal öğretmende okudu. Girdiği Anadolu Lisesi sınavlarında ağabeyinin de okumakta olduğu Cağaloğlu Anadolu Lisesini kazanınca tereddütsüz olarak kaydını oraya yaptırdık.



Tabi hem beş yılın yorgunluğu, hem sınavların yoruculuğu sonunda gerçekten özgürce bir gezmeyi ve dinlenmeyi hak etmişti. O dönemde özellikle bir günümüzü İstanbul’a ve bir günümüzü Edirne’ye ayırdığımız gezi benim  için de en keyif aldığım zaman dilimi idi.

Daha sonraki yıllarda lise eğitimini kapsayacak olan Cağaloğlu Anadolu Lisesinde  eğitim maratonuna başlayacaktı.

VE GENÇER BÜYÜYOR / OKUL ÖNCESİ

1986 yazında Kahramanmaraş’tan  tayinimiz çıktığında Gençer henüz bir buçuk yaşına gelmişti ve bundan sonraki yaşamını İstanbul’da sürdürecekti. Kahramanmaraş’ta iken bir müddet annem baktı. Bir ara Nuray ücretsiz izin aldı Böyle idare ettik. İstanbul’da da yine Nuray’ın akrabalarından Güllü adındaki bir kızımız hem Bakırköy’de hafta sonları daktilo-muhasebe kursuna gidiyor hem  de Gençer’e ablalık yapıyordu. Ertesi yıl da evimizin yakınındaki  Özel Oya Anaokulundan başlamak üzere eğitim dünyasına adımını atmıştı. Gençer oldum olası okullara pek  ısınamamıştı . Bu durum genetik miydi yoksa üç yıl devam ettiği anaokulunun verdiği bıkkınlıktan mı kaynaklanıyordu hiçbir zaman anlayamadım. Sabahları evden en son ben ayrıldığım için Gençer’i çoğunlukla Ana okuluna götürmek benim işimdi. Ama gidişimiz tam bir festival olurdu. Evin dış kapısından itibaren  “Bir şey unuttum, çişim geldi, şuram ağrıyor gibi engelleme, geciktirme ve oyalama taktiklerini devreye sokardı çoğunlukla. Okula gidildiğinde önce biraz direnir ama  en sonunda kapının ötesine geçer ve herkes kendi dünyası ile buluşurdu. İki yıl  Özel Oya Anaokuluna bir yıl da saha sonra devam edeceği A.H. Tanpınar İlkokulunun ana sınıfına giderek neredeyse  okul öncesi alanında mastırını tamamlamış oldu.

İlkokula başlamadan mütevazi bir sünnet töreni yapmıştık.Ağabeyi 10 yaşlarında olduğu için  pelerinli, taçlı, asalı kıyafetleri  giyme ve onunla gezmeyi pek istemiyordu. Gençer 6 yaşlarında olduğu için biraz  da işin eğlencesindeydi ve rengarenk giysilerle günün keyfini çıkarıyordu. Onun da keyfi iş sona erince kaçmıştı. Ağabeyi daha sabırlı ve dayanıklı olmaya çalışıyor, Gençer ise: ”Çok acıyor,üfleyin., herkes üflesin, madem üflemeyeceksiniz niye kestirdiniz“diye yaygarayı basıyordu.

sünnet

Anaokulları ve sünnet aşamalarından sonra o da ağabeyinin devam ettiği A.H.Tanpınar İlkokulunda yeni okul hayatına adımını atacaktı

BİR BAŞKA ÖZEL GÜN / 31.12.1984

Kitaplardan öğrendiklerimizle ya da bizzat pratik yaparak kendimizi çocuk büyütme konusunda yavaş yavaş tecrübeli gibi görmeye başlamıştık. Ayrıca tek çocuk olarak büyümenin Dinçer’e de haksızlık olacağını düşünüyorduk. Sonra bir kardeşin mevcudiyeti paylaşma ve dayanışma duygularının kazanılmasında da yararlı olabilirdi.

Bütün bunların sonunda Kahramanmaraş’ta üçüncü yılımızı çalışıyorken, yani 1984 yılının sonlarına doğru Dinçer’i ağabey konumuna yükseltecek zaman yaklaşıyordu. İkinci deneyim olduğu için biraz daha sakindik. 30 Aralık gününün akşamı biraz da önceden yaşananların verdiği tecrübe ile artık gitme zamanının geldiğini düşünerek hastaneye gittik. Tesadüf bu ya bu defa Tekirdağ’da yaşadığımız şanssızlığı yaşamadık. Hem sürekli kontrolleri yapan doktor, hem de bir öğretmen arkadaşımızın ablası olan hemşire de hastanedeydi. Bu durum da bizi çok rahatlattı.

Tabi gelecek kardeşin huyunu suyunu bilmiyorduk. O da ağabeyi gibi ise hiç acele etmeye gerek yoktu. Biraz gecikse 1985 in ilk çocuğu olarak kayıtlara geçebilirdi. Medyada hep böyle haberlere rastlamışızdır. Bizim ki de galiba öyle olacaktı. Fakat durum tam tersi oldu. Beyefendi ağabeyinin tam aksine acelesi varmış gibi bir an önce gelmek isteğinde  1984 yılının  Aralık ayının  31. gününe gireli henüz birkaç saat  olmuştu. Yani 1985 yılının ilk çocuğu olamadı ama  1984 ün son çocukları arasına girmiş oldu. Eve geldiğimizde artık 4 kişilik bir aile haline gelmiştik.

VE DİNÇER BÜYÜYOR / ÜNİVERSİTE+

Üniversite sınavları o tarihlerde iki aşama olarak yapılıyordu. Dinçer’in birinci aşama sınav sonuçları iyiydi. İkinci aşama sınavları ile birlikte tercih formu da dolduruluyordu. İki sınavın ortalamasına göre  sonuçlar belirleniyordu. Yani sonucu kestirmek son derece zordu. Yani bu gün ki gibi önce puanlar açıklanıp tercihler ona göre yapıldığında geçmiş yıllara göre bir kıyas yapılarak sonucu bir şekilde kestirmek mümkündü. O zaman bu pek mümkün gözükmüyordu. Yani her şey olabilirdi. Sonuçların gazetelerde açıkladığı gün ben Bolu İzzet Baysal Üniversitesinde hizmet içi eğitim kursunda idim. O geceyi hiç uyumadım fakat sabah telefon edip sormaya da bir türlü cesaret edemiyordum. Ya hiç beklemediğimiz bir sonuç olması bir şekilde beni kararsız kılıyordu. Ama öğleye doğru bir teneffüs arasında dayanamadım eve telefon açtım ve sordum. Dinçer niye bu saate kadar aramadığım konusunda serzenişte bulundu ve ardından Marmara Üniversitesi, İngilizce Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazandığını söyleyince bir oh çektim. Zaten kendisinin de en çok arzuladığı bölümdü ve Allah gönlüne göre vermişti.

Bir yılı hazırlık olmak üzere dört yıl okuduğu üniversitede bizi de kendini de mahcup etmeyen bir öğrencilik hayatı yaşadı. Bir de okuldan zamanında ve bizim de kendinin de gurur duyacağı bir derece ile mezun olunca iyi bir tatili hak etmişti doğrusu. Arkadaşları ile bunun organizasyonunu dahi yapmışlardı. Ancak daha önce çalışmak üzere  başvurduğu işyerinden  olumlu yanıt alınca hemen işe başlamayı tercih etti. Tatil her zaman yapılabilirdi ama iş için bazı fırsatları değerlendirilmesi gerektiği konusunda gerekli olgunluğu kavramış görünüyordu. Bu iş yerindeki çalışma hayatı ile birlikte bir yandan mezun olduğu üniversitede yüksek lisansını da tamamladı.

BU NİSAN BAŞKA 1 NİSAN

Bizim için 1997 yılının tüm günlerinden farklı olmayan bir günü olarak başlamıştı yine o malum 1 Nisan günü. Her zaman olduğu gibi önce Dinçer ve Gençer ayrılmıştı evden okul servisine binmek için. Arkasından da anneleri o sıralarda çalıştığı Özel Arel Kolejinin servisine binmek için ayrıldı. Ben de bir müddet sonra kapıyı kilitleyerek evden ayrılacaktım. Annelerinin evden ayrılmasında kısa bir süre sonra evin telefonu çalınca doğal olarak ben açtım. Telefondaki küçük oğlum Gençer’di “Baba bizim servis kaza yaptı.Biz haseki hastanesindeyiz.Ben iyiyim ama abim yatıyor….”cümlelerini söyleyince ben gayri ihtiyari bazen bizi işlettiklerine de tanık olduğum için bir nisan şakası olur düşüncesi ile “Doğru söyle oğlum” falan diyecek oldum ama bunun şaka ya gelir tarafı yoktu.”Tamam geliyoruz” diyerek telefonu kapattım Nuray da yeni çıktığı için servisi gelmemişti. Hemen ona seslendim. Ben de hemen aşağıya inip bir taksiye atladık hemen. İstanbul’un yağmurlu günlerinden bir gündü yine. Yol bitmek, zaman geçmek bilmiyordu. Hastaneye ulaşıncaya kadar içimizden nelerin geçtiğini veya neleri yaşadığımızı bir biz bir de Allah bilir. Hastanelerin acil servislerinin halini hepimiz biliriz sanırım. O gün de aynıydı. Servisteki 10-15 öğrenci, onların yakınları, bir de duyup gelen  okul müdürü ve öğretmenleri de katarsanız tam bir ana baba günüydü yani. Gençer’i sağlam ve ayakta görünce biraz rahatladık ama Dinçer’in durumunu bilemiyorduk. Biraz ilerde sedye üzerinde  o an için bize göre sağ ve sağlıklı görünce biraz daha rahatladık. İlerleyen zaman içinde bir öğrencinin kolunun alçıya alınması ve bazı öğrencilerdeki ufak zedelenmeleri için gerekli  yapılan müdahale sonrasında  akşam olduğunda hastanenin acilinde Dinçer’in dışında öğrencilerden başka kimse kalmamıştı. Her türlü tetkikleri yapıyorlar filmleri çekiyorlar fakat bize doğru dürüst şey söylemiyorlardı .”Müşahede altında tutacağız” gibi bir cevap da bizi tatmin etmiyordu. Hastanenin acil servisinde tam beş gün beş gece kaldı. Geceleri ben karşısındaki sandalyede oturuyor hep gözünün içine bakıyor ne acılar çektiğini tahmin etmeye çalışarak sabaha kadar bekliyordum. Sabahları da annesi gelerek beni uykuya gönderiyordu. Beşinci günün sonunda bize söylenen “Kazada en fazla hasarı almış olması sebebiyle pelvis kemiğinde ile L4-L5 omurlarında kırıklar var, pozisyon itibari ile alçıya almak gibi bir şey mümkün değil. Evde bir ay boyunca kıpırdamadan sırt üstü yatması sağlanacak bir ay sonra tekrar durumuna bakılacak” açıklamasıydı.

kaza1

Biz buna da şükür diyerek ambulansla eve getirdik. Havalı yatak, ördek ,sürgü gibi aygıtları da temin ettik.Odasında bulunması gereken pozisyonu sağladık. Hatta başucuna Ayşe yengesi maçları çok sevdiğini bildiği için bir küçük ekran televizyon da getirmişti. Biz bu durum ile ilgili gerekli özeni gösterirken başka bir durumlar sıkıntı yaratıyordu. Eve gelmesinin haftasında bu defa yüksek ateş başladı. Ne yapsak inmiyordu. Hastaneyle irtibata geçtiğimizde getirmemizi söylediler. Bu gibi sebeplerle birkaç kez ambulansla tekrar hastaneye gitmek zorunda kaldık. İşte  o zaman ev veya apartman mimarilerinin bu gibi günler ve durumlar için hiç düşünülmediğine defalarca tanık oldum. Sedyede yatan birinin oda kapılarından, apartmandan merdivenlerinden çıkışı son derece hüner isteyen bir iş halini alıyordu. Gerekli tedaviler sonucu ateş düştü. Yatay vaziyette  hiç kıpırdamadan günleri birlikte geçirmeye devam ederken gözünün içine bakarak isteklerini  zevkle yerine getirmeye çalışıyorduk. Cümleler değil de nerdeyse   kelimelerle anlaşır duruma gelmiştik. Dinçer “Kolonya, peçete, pencere, mendil ,ördek ,sürgü” dedikçe biz artık sözcüğün ne anlama geldiğini kavramış olarak gerekeni yapmaya çalışıyorduk.  Vücudunun temizliğini bir şekilde  silerek idare ediyorduk. Saçlarının yıkanması için de çeşitli yöntemler geliştirdiğimizi hatırlıyorum.

Bir ay sonra kontrole gittiğimizde filmlere tekrar bakıldı ve durum olumlu olarak değerlendirildi. “Şimdi yavaş yavaş kalkabilir. Bir müddet çift değnekle, daha sonra tek değnekle kullanarak yürüyecek, birkaç ay sonra da değneksiz yürümeye başlayabilir” biçiminde bir talimat ve açılama yapıldı. Fakat kaldırmayı denediğimizde bir an iki değnekle dahi ayakta durmakta zorlanınca doğrusunu söylemek gerekirse biz çok endişelendik. Bu durumu doktora anlatınca “siz de aynı durumda bir ay kalsanız aynı zorluğu çekersiniz“ deyince biraz rahatladık. İki koltuk değneği ile bir aydan fazla ara verdiği okuluna gittiğimiz günü bu gün gibi hatırlıyorum. Arkadaşları geleceğini bildiği için sınıfın en önünde kendisine rahat edeceği bir oturma mekanı oluşturmuşlardı. Derslerinde de kendisinin arkadaşlarının ve öğretmenlerinin gayret ve yardımı ile bir aksama meydana gelmemişti. Hakikaten zaman içersinde iki değnek bir değneğe indi ve daha sonra o da terk edildi. Eskilerin “Kırılan yerler eskisinden daha sağlam olur” sözünü doğrularcasına basketbol başta olmak üzere spor aktivitelerine devam etmeye başladı.

1 Nisan 1997 tarihlerinde yaşadığımız bu olayı ertesi günü kimi gazeteler “Öğrenciler ucuz atlattı” kimi gazeteler “14 öğrenciyi Allah korudu” şeklinde bir kısmı da daha geniş olarak verdiler. Bazıları için sıradan ve beklide fark edilmeyen bir  haberdi ama ateş düştüğü yeri yakıyordu ve dilerim bu son olurdu..

VE DİNÇER BÜYÜYOR / ANADOLU LİSESİ

O yıllarda Anadolu liseleri ilkokul 5.sınıftan itibaren öğrenci alıyor ve öğrenciler hazırlık dahil yedi yıl bu okulda okuyorlardı. Dinçer de bu sınavlara girdi ve yedi yıl okuyacağı Cağaloğlu Anadolu lisesine kaydını yaptırdık. Kaydını yaptırdık diyorum ama bu bir cümlenin gerisinde yaşadığımız bazı enteresan olayları da anlatmadan geçemeyeceğim.

O tarihlerde sınav sonuç belgesinde ….. “Anadolu lisesini kazandınız. …..Anadolu lisesinde bilmem kaçıncı, ……Anadolu lisesinde de bilmem kaçıncı yedektesiniz” gibi ifadeler yazıyordu. Bizim isteğimiz olan Cağaloğlu ve Kadıköy Anadolu liselerinde de yakın yedeklerde adı geçiyordu. Biz ön kayıtların yapılacağı son güne kadar hep düşündük. Cağaloğlu yakındı ve Almanca eğitimi veriyordu. Kadıköy’ü İngilizce eğitim vermesi nedeni ile daha fazla tercih etmemize rağmen uzaklık problemi vardı. Ayrıca yedek sıraları da farklı olduğu için çok iyi düşünülmesi gerekiyordu. Ben ön kayıtların son günü artık son incelemeleri ve buna göre de ön kaydı yaptırmak üzere sabah evden çıktım. Önce Cağaloğlu Anadolu lisesine uğradım. Yöneticilerle görüştüm. Geçmiş yıllara göre bazı oransal karşılaştırmaları birlikte yaptık ve sonuçta yüzde 99.9 kesin kaydı yapılabilir öngörüsünü aldıktan sonra bir de Kadıköy Anadolu lisesindeki şansımızı bir araştırma niyeti ile  Eminönü’nden Kadıköy vapuruna bindim. Elimde kahverengi bir evrak çantası vardı. En önemli belge olan sınav sonuç belgesi ile bir de cebimde şişkinlik yapmaması için cüzdanımı da çantanın içine koyarak vapurun üst katında cam kenarına oturdum. Çantamı da hemen yanıma koyup kendimizin ve çocuklarımızın geleceği ile ilgili hülyalara daldım. Vapur Kadıköy iskelesine yanaşınca hemen indim. Kadıköy Anadolu lisesine gitmek üzere tam iskeleden ayrılırken bende bir boşluğun ve eksikliğin olduğunu hissettim. Ellerimin bomboş olduğunu ve içinde hem cüzdan hem de ondan daha önemli ve kayıt için zorunlu belge olan sınav sonuç belgesinin bulunduğu kahverengi evrak çantamı vapurda unuttuğumu fark ettim. Bunu fark etmekle birlikte sanki bir kazan sıcak su başımdan aşağı döküldü. Cüzdandan vazgeçmiştim ama sınav sonuç belgesi giderse yenisini çıkaracak zaman da yoktu. Bir an sanki donakalmıştım. Ne yapmam gerektiğine bir türlü karar veremiyordum. Geriye dönüp baktığımda benim indiğim vapurun yolcu almaya başladığını fark ettim. Hızla tekrar aynı vapura bindim. Hemen oturduğum yere çıktım fakat orada çanta falan yoktu. Üzerime bir kazan sıcak suyun daha döküldüğünü hissettim. Vapurun o bölümünde bulunan çay ocağındaki kişiye  durumu anlattım. ”Abi içinde para  varsa zor bulursun, para yoksa belki kaptana teslim etmiş olabilirler” dedi. Bunu duyunca biraz daha yıkılmış olarak ve çantaya cüzdanı koyduğuma bin pişman biçimde gemi kaptanının kamarasına doğru yöneldim. Kapıyı vurup girdiğimde kaptanın masasının üstünde benim çantaya benzer bir çantayı görünce kısmen rahatladım. Durumu acele ile kaptana anlattım. Bana yöneltilen sorgulayıcı ve doğrulayıcı birkaç soruya verdiğim cevaplar kaptanı inandırmış olacak ki çantayı bana verdi. Bütün bunların yaşandığı sırada gemi Kadıköy iskelesinden çoktan ayrılmış ve Eminönü istikametine doğru yol almaya başlamıştı.

Ben de bunu bir işaret ve kader olarak algılayıp Dinçer’in ön kaydını  ve daha sonra da kesin kaydını çok başarılı bir öğrencilik hayatı geçireceği Cağaloğlu Anadolu lisesine yaptırdım.