Bazen bir eşya bir obje ya da bir kitap sadece kendisinden ibaret olmuyor. Onun da elimizde bulunuşu ile ilgili arka planda bize hatırlattıklarına bir yolculuk yapma ihtiyacı duyuyor insan.
Evliliğimizin ilk yıllarıydı. Sevgili eşim Nuray ile İstanbul’a geldiğimiz bir gün Taksim, Nişantaşı taraflarında geziyorduk. Eşim bir ara bana: “Buralarda Makbule teyzemin evi olması lazım. Bir uğrayalım mı?” diye teklifte bulundu. Açıkçası ben önceden tanışıklığım olmayan birileri ile, çat kapı da gidilince, birlikte olma konusunda biraz tedirginlik ve isteksizlik duyarım. Neyse eşim beni biraz rahatlattı ve Makbule teyzemizin ve sevgili eşi Turhan Salur eniştemizin evlerine ilk gidişimiz böyle oldu. İlk girdiğimiz dakikadan itibaren gerek Makbule teyzemizin ve gerekse eşi Turhan eniştemizin son derece sahici ve samimi tavırları beni çok rahatlattı ve mutlu etti. Adeta bizi kendi evimizde hissettirdi. Büyük ve harika bir evleri vardı. İç içe geçmiş büyük bir salonda bize hemen bir kahvaltı sofrası hazırladılar. Sofrada birçok şey vardı ama benim en çok hatırladığım ve hafızamda yer etmiş olanı ise -belki de ilk defa yemiş olabilirim- içinde yeşil topakların bulunduğu incir reçeli idi. Orada geçirdiğimiz bir iki saat benim için çok öğretici olmuştu. Aile ve özellikle eşler arası ilişkilerde adeta bir model diyebileceğim bir ikili vardı karşımda. Usul ve üslup açısından tam bir örnek diyebilirim. Turhan eniştemizin bir konu konuşulurken söylediği “Refikam olmadan asla gitmem. Refikamı götüremeyeceğim bir yere ben de gitmem” şeklindeki sözü hala kulaklarımdadır. O sırada kendileri ile tanışmamıştım ama Mehmet Nazım, Gülüstü ve Mükrime isimli üç çocuklarının olduğunu, Gülüstü’nün de tıp fakültesine gittiğini ifade etmişlerdi. Bu Turhan eniştemizi sanırım ilk ve son görüşümdü. Erken denilecek yaşta hayatını kaybetti. Sonrasında çocuklarının İngiltere ve Amerika’ya gittiğini öğrendik. Teyzemiz de tabi onlarla gitmişti. Biz de görev gereği yurdun çeşitli yerlerinde çalıştıktan sonra İstanbul’a geldik. Onların da bir süre sonra İstanbul’a geldiğini öğrendik. İngiltere’den de dönen Mükrime’nin çocuklarının Türkiye’deki okullara uyumu ile ilgili paylaşımlarımız oldu. Teyzemiz sayesinde ara verdiğimiz ilişkiler yeniden başlamış oldu. Şunu itiraf etmeliyim ki bu ilişkilerin hem mimarı hem tutkalı Makbule teyzemizdi. Biz özel günlerde onu hep aramaya çalışırdık. Bazen de o daha önce davranır bizi mahcup ederdi. Gülüstü de Nöroloji uzmanı olarak her türlü sağlık sorunumuzda ilk danışacağımız kişi olarak kalbimizde ve kayıtlarımızda yerini aldı. Ve teyzemiz bir iki ay önce geride birçok tatlı anı bırakarak aramızdan ayrıldı ve onu bekleyen değerli eşine kavuştu. Allah rahmet etsin ışıklar içinde yatsın.
İşte geçtiğimiz yılın Mayısında yine Antalya’da günlerimizi geçirirken hem akrabamız hem de çok değerli aile dostumuz Nöroloji Uzmanı Dr. Gülüstü Salur dünya tatlısı kızı Nazlı ile bir kaç günlüğüne bizi ziyarete gelmişti. Birlikte olmaktan keyif aldığımız bu ziyaret nihayetinde bizlere okumayı seven biri olduğumuzu bildiğinden birkaç kitap hediye etmişti. Bunlardan biri de şimdi size tanıtımını yapacağım Yuval Noah Harari’nin yazdığı SAPIENS (İnsan türünün kısa bir tarihi) adlı kitap. O sıralarda Antalya’dan hemen ayrıldığım için kitaplara sadece bir göz gezdirmiştim. Ama bu yıl özellikle pandemi günlerinde bu kitaplar adeta bana ilaç gibi geldi ve sindire sindire -ki bu tür kitapların bu şekilde okunması gerekiyor- okudum.
Kitap 15*21 sayfa ebadında ve 410 sayfadan oluşuyor. Yazar Yuval Noah Harari 1976 doğumlu olup 2002’de Oxford Üniversitesinde tarih doktorasını tamamlamış. Halen de Kudüs İbrani Üniversitesi’nde dünya tarihi dersleri veriyor. Kitap her ne kadar İnsan türünün tarihi ile ilgili görünse de Yuval Noah Harari projeksiyonunu 14 milyar yıl gerilere doğrultarak madde ve enerjinin ortaya çıkmasından yola çıkmış, oradan da 4,5 milyar yıl öncesine yani yeryüzü gezegeninin oluşumuna gelmiş. Oralardan da tarihsel süreçleri zaman kavramı eşliğinde insan türünün gelişmesine zemin oluşturan organizmaların ortaya çıkışı, Afrika’da insanlığın evrimi ve diğer kıtalara yayılması ayrıntılı olarak anlatılmış. Bütün bu gelişmelerin paralelinde taş aletlerin kullanılması ve ateşin gündelik hayatta kullanılması konularını da açıklamış.
Yazar insan türünün gelişimini önde tutmak ile birlikte onu etkileyen ya da onun etkilediği diğer faktörleri de göz ardı etmemiş. Özellikle uzun yıllar doğanın kendi akışı içinde avcı toplayıcı özelliği ile yaşamını sürdüren insanoğlunun hayatında bir dönüm noktası olan tarım devrimine de ayrı bir bölümde genişçe bir yer vermiş. Hayvanların evcilleştirilerek, kendiliğinden yetişen ürünleri bizzat yetiştirmeyi planlayarak başlanan bu devrimin insanların hayatındaki olumlu ve olumsuz etkileri çok akıcı bir dil ile ifade edilmiş.
Yine kitapta piramitlerin inşası, yazının ve rakamların kullanılması konularını takiben insanların bir arada yaşama olgusu ayrıntılı olarak açıklanıyor. Diğer yandan paranın ortaya çıkışı, değerli madenlerin insan hayatına girmesi ile birlikte emperyalist hevesler doğrultusunda imparatorlukların ortaya çıkışı etraflıca ele alınıyor. İnsan dünyasının önemli bir parçası olan din olgusu da kitapta işlenen konular arasında. Dinlerin insanların hangi ihtiyaçlarından doğduğu, çok tanrılı dinler, tek tanrılı dinler, Budizm ve benzeri uzak doğu dinleri de açıklanan konular arasında.
Geçmişten günümüze doğru geçen zamanda 500 yıl öncesine gelindiğinde, bilgi ve aydınlanma çağına ulaşıldığında bu durumu bilimsel devrimin başlangıcı olarak kabul ediyor. Avrupalıların Amerika’yı ve diğer bilinmez coğrafyaları önce merak ve öğrenme ardından kazanmak ve kar etmek için keşfetme yolculuklarına çıkışını, bu gelişmelerin herkesin bildiği gibi kapitalizmin doğuşuna zemin hazırladığını, bunun da daha sonra sanayi devriminin tetikleyicisi olma durumu kitapta akıcı bir dil ile açıklanıyor. Sanayi devrimi enerji ihtiyacını doğurması nedeniyle enerji kaynakları arama ve bulma gayretlerine de sayfalar arasında yer veriliyor.
Kitapta bütün bu gelişmeler yaşanırken ailenin geleneksel karakterinin ortadan kalkarak bireyselliğin ve bireyciliğin öne çıkmaya başladığına da dikkat çekiliyor, bir taraftan da imparatorlukların ortadan kalkmaya veya eski etkisini yitirmeye başladığı tespitinde bulunuyor. Yazar asıl can alıcı soruyu da kitabının sonlarına bırakmış.” Bütün bu gelişmeler üretim artması, yükselen refah seviyesi, tüketim çılgınlığı insanları ne kadar mutlu ediyor?” Bu soru üzerine de farklı yaklaşımların farklı değerlendirmelerini kitapta bulabilirsiniz.
Kitap bütünü ile beni çok sardı. Sakin bir yerde sindire sindire okuyabilecek talihlilerini bekliyor. Belli bir sayfasını ya da bölümünü okuduktan sonra şöyle bir kafanızı geriye yaslayıp kendi toplumumuzla veya geçmişinizle de karşılaştırmalar yapabilirsiniz. Ya da şimdiye kadar inandıklarınız ve öğrendiklerinizle bağdaşıp bağdaşmadığı ile ilgili zihinsel muhasebe sürecini başlatabilirsiniz. Anlıyoruz ki yazmak sadece kabiliyet değil aynı zamanda bir emek ve sabır işi. Yazar birçok kaynaktan beslenerek ortaya çıkan bu eserin sayfalarına grafik, şema, resim ve daha başka görseller ekleyerek kitabı daha ilginç ve çekici kılmış. Kitapta Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye ile ilgili satırlara ve örneklere de rastlamak mümkün.
Kitabın sonunda yazar her insanoğlu gibi iç karmaşıklığını da son söz olarak belirtmiş. Bizlerin de benzer kaygıları ve duyguları zaman zaman yaşadığımız olmuştur. İlginç bulduğum bu son bölümünden bazı cümleleri aşağıya aktardım.
“70 bin yıl önce HOMO SAPIENS hala Afrika’nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı. İlerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi… Maalesef Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi. Etrafımızı şekillendirdik, gıda üretimini arttırdık, şehirler yaptık imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret ağları oluşturduk, ama dünyadaki acıyı azalttık mı? Dahası, insanların yapabildikleri olağanüstü şeylere rağmen hedeflerimiz konusunda emin değiliz ve her zamanki kadar memnuniyetsiziz. Kano ve kadırgalardan buharlı gemilere ve uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. Her zamankinden daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı bilmiyoruz. Daha da kötüsü insanlar her zamandan daha sorumsuz gibiler… Etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz.”
Her sayfasını, satırını zevkle severek okuduğum bu kitap ile beni buluşturduğu için değerli kardeşimiz doktorumuz Gülüstü Salur hanımefendiye tekrar teşekkür ederek yazımı sonlandırıyor ve bir sonraki yazılarımda buluşmak üzere diyorum.
Necmi Bey, cok guzel bir yazi olmus elinize saglik.
Yazarin kitabin son bolumunde dile getirdigi, sizin de paylastiginiz dusuncelerini fazlasiyla karamsar buldugumu ifade etmeliyim. 70 bin yil once belki de 20 yil olan insanin ortalama yasam suresinin simdi 72 yil olmasi, basli baslina bir basari degil midir? Bu noktaya gelirken daha az yan etki yaratilamaz miydi, elbette, ama mevcut durumumuz genis bir perspektiften baktigimizda hic de fena gozukmuyor.
Konuyla iliskili olarak, ” Factfulness: Ten Reasons We’re Wrong About the World–and Why Things Are Better Than You Think ” kitabini blogunuzun okuyucularina tavsiye ederim.
Gecmişten günümüze doğa ve insanın evrilmesi üzerine bir çok şeyi sorgulanması adına beğenerek okuduğum bir kitaptı. Sizin yazınızla bir kez daha anımsamış oldum. Kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim değerli komşumuz. Değerlendirmeleriniz bizler için çok kıymetli. Bu kitabın devamı niteliğinde “Homo Deus” kitabı da elimde. Onu da en kısa zamanda bitirmeye çalışacağım. İnşallah onunla ilgili de yazımı sizlerle buluştururum. Cümleten selam ve sevgiler
Sevgili Necmi arkadaşım; zevkle okunan bu güzel bir yazın için teşekkür ederim…
Çok sağ ol Emin arkadaş. Değerlendirmelerin beni daha da yüreklendiriyor. Bizi izlemeye devam edin…..
Necmi abiciğim, bu nezaketinizle bezeli, içten ve beni de o eski günlere götürüp geri getiren yazınızı nasıl iştahla okuduğumu tarif etmem zor. İyi ki Nuray ablacımla torunlarının sohbetini yapma şansım oldu da sizin yazılarınızdan haberim oldu. Elinize, aklınıza, kaleminize sağlık. Sağolun, varolun.
Sağlıkla kalın
Sevgiler, saygılar
Yazılarımla ilgili güzel değerlendirmen için teşekkürler Mükrime kardeşim. Eski günler, bize onları yaşatanlar aramızdan ayrılınca daha değerli oluyor. Ama bıraktıkları hatıralar, tanıştırdıkları kişiler, oluşturdukları dostluklar bize miras kalıyor. Hepsi ışıklar içinde yatsın. Sizlere de çok selam ve sevgilerimi gönderiyorum.