Denklemin üçüncü bilinmeyeni (Z) olarak Sayın Devlet Bahçeli’yi uygun gördüm. MHP lideri ilk bilinmezlik kıvılcımını zihnimde 2002 seçimleri öncesi kendisinin de içinde bulunduğu hükümetteyken erken seçim fitilini ateşlemesi ile çaktırdı. Bu karar bugünlerin hazırlayıcısı olması bakımından önemli bir köşe taşı oldu. Ondan sonraki yıllarda bir de Kılıçdaroğlu’nun balıklama atladığı ve sonucu tam bir fiyasko olan “Ekmek için Ekmelettin” projesinde adından söz ettirdi. O dönemlerdeki hırslı, mücadeleci, kavgacı muhalefetini de teslim etmek gerekir. Şu anda canciğer kuzu sarması olduğu Sayın Cumhurbaşkanımıza neler söylediğini, ip atma animasyonlarını hepimiz hatırlarız. 7 Haziran 2015 Genel seçimlerinde 80 milletvekili çıkararak önemli bir başarıya imza attı. Seçim sonrası yapılan koalisyon çağrılarına “İlla muhalefet olacağım” anlaşılmazlığı ile itibar etmedi. Aynı yıl 1 Kasım’da yenilenen seçimlerde milletvekili sayısı 40 a düştü ve kendisi için de tehlike çanları çalmaya başladı. Partisinde olağanüstü kongre yapması için yeteri kadar delege çağrı yaptı. Olağanüstü kongre toplanması halinde genel başkanlık çoktan uçup gitmişti. Adını daha önce duymadığımız Gemerek ve Tosya Sulh Hukuk Mahkemelerince başlatılan kanuni süreç adeta genel başkanlığı Devlet Bahçeli’ye yeniden bahşetti diyebiliriz. Bütün bu durumlar vicdanlarda tıpkı 367 olayında olduğu gibi zorlamalı bir hukuk işleyişi olarak değerlendirildi.
Ne olduysa işte bundan sonra oldu. Hatırlayacağımız üzere Tayyip Erdoğan farklı bir Cumhurbaşkanlığı portresi çiziyordu. Partisinin ve kendisinin gönlünde başkanlık sistemi olduğu hep biliniyordu. Ancak yasalar buna elvermediği için kendisinin yasalara uyması yerine yasaların kendisine uydurulması yolları arandı. İşte tam bu sırada aranan kan bulundu. Cumhurbaşkanı ve partisi tam sevdadan vaz geçmiş ya da unutulmaya yüz tuttuğu sırada Devlet Bahçeli belirsizliklerin aşılması için her türlü yardımı yapacağını açıklayıverdi. Bu kendi partilerinde bile şaşkınlık yarattı. Öyle ki bazıları “bizim de gönlümüz aslında parlamenter sistemden yana sadece belirsizliklerin ortadan kalkmasını istiyoruz” demek zorunda kaldılar. Sayın Devlet Bahçeli “fikrimiz neyse zikrimizde odur diyerek son sözü söyledi. Bundan sonra da yine Devlet Bahçeli ile kurulan ittifak sayesinde Başbakanlığın ilga edildiği Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi. Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan seçildi. Benim için şaşırtıcı olan koalisyonlardan şikâyetçi olurken ittifaklar diye bir kavramın karşımıza çıkmış olması oldu. Aslında yeni sistem buna hiç ihtiyaç duymuyordu. Birinci turda olmasa bile ikinci turda millet o engin irfanı ve sağduyusu ile en sağlıklı tercihi yapacaktı. İşi o safhaya getirmeden bitirmek telaşı ile yapılan ittifaklara doğrusu anlam veremedim. İktidarı çok sevmek mi yoksa kaybedecek çok şeylerin olması mı insanları bu noktalara getiriyor bir türlü anlamadım. O gün bu gündür de Devlet Bahçeli Sayın Cumhurbaşkanımızın en sadık destekçisi olmaya devam ediyor. Hatta zaman zaman kendi ilkelerini ve partililerini de bu uğurda gözünü kırpmadan feda edebiliyor.
Hatırlarsınız seçim öncesi MHP meydanlarda EYT’lilere mavi boncuk dağıtmıştı. AK Parti’nin destek vermediği bu konu ile ilgili olarak TBMM’de bir önergeye destek veren bir -galiba Erhan Usta olacak- milletvekilini kapının önüne koyuverdiler. Yine bir şehit cenazesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Osman amca diye ünlendirilen bir şahsın fiili saldırısına uğramıştı. Hatta sığındığı evin yanına toplanan kalabalıktan “yakın yakın” seslerini duyduğumda hemen aklıma Sivas/Madımak olayları geldi ve tüylerim diken diken oldu. Değil bir muhalefet liderinin, sıradan bir vatandaşın yüzüne atılan bir yumruğu ülkeyi yönetenler kendine atılmış gibi hissetmiyor ve ona uygun tepki vermiyorlarsa insanlıktan bir arpa boyu yol gitmiş sayılmayız. O sırada da Devlet Bahçeli “Kılıçdaroğlu kim bilir ne kötülükler yapmıştır ki Osman amcayı bunu yapmaya mecbur kalmıştır” şeklinde garip açıklamaları olmuştu. Şükretmek lazım ki Osman amcanın yumruğunu incitti diye Kılıçdaroğlu’na dava açılmadı. Devlet Bahçeli’nin Gezi olayları, başkanlık sistemi, Tayyip Erdoğan’ın kişiliği ve siyaseti konusunda dün söyledikleri ile bugün söyledikleri arasındaki çelişkiyi ne 180 derecelik açı farkı ne de siyah ile beyazın zıtlığı açıklamaya yetmiyor bence. Genel Başkanlığın uçup gitmemesi için iktidarın desteğiyle yani bir diyet borcu olarak bu durumu açıklayanlar da var ama bu oransız bir özveri bana göre. Günlük hayatımızda da hepimiz yapılan bir iyiliğin altında kalmak istemeyiz. Bunda bile bir mütekabiliyet esası vardır. Düğünde sana çeyrek takana çeyrek takılması gibi bir şey. Yani sana çeyrek takana boğazda sıfır bir daire ya da bir araba vermek kadar şaşırtıcı. Her ne kadar bu işbirliği ittifak olarak adlandırılsa da, bu haliyle iltihak demek daha uygun bence. AK Parti MHP’nin elinde rehin gibi söylemlerin de doğruluk payı olduğuna inanmıyorum. Bu beraberlik tam bir Katolik nikâhı ve Sayın Cumhurbaşkanımız tek yanlı “Boş ol” deyinceye kadar devam eder. Ha daha sonra da Devlet Bahçeli’li bir MHP’nin iktidara rakip ve alternatif olup Türkiye’yi yönetmeye talip olarak siyaset sahnesinde yer alabilir mi? Bundan hiç ama hiç emin değilim.
Bu üç X,Y,Z bilinmezlerini aynı yazıya sığdırmaya çalıştığım için galiba bu serideki en uzun yazım oldu. Aslında son günlerde Metin Feyzioğlu’nu da ekleyeceğimiz öyle çok bilinmeyen var ki insan hangisini yazacağına karar veremiyor. Diğerlerini şimdilik izlemekle yetinelim.