Bilinmezlik sıralamasının ikincisini (Y) bir kişiye değil bir partiye verdim. Siyasi hayatımızda HDP olarak yer alıyor. Geriye doğru gidecek olursak DDP, DEHAP, HADEP, DEP, HEP gibi partilerle halef selef ilişkisi olan parti yani. Etnik bir tabanı genişleterek Türkiye Partisi olma yoluna bir türlü giremeyen bu parti hareketi ile ilgili ilk şaşkınlığımı 12 Eylül 2010 referandumundaki tutumlarında yaşadım. Hani şu “yetmez ama evet”çiler ile birlikte önceleri Muhterem Hocaefendi sonra Feto olan zatın “Mezardakilerde kalksın oy kullansın” dediği, bu günlerde ve her fırsatta pişmanlıklarını dile getiren yetmez ama evetçilerin desteklediği anayasa oylaması. İçine demokratik birkaç süsleme maddesi ile ambalajlanmış, Anayasa Mahkemesi’nin, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısının değişmesi, askeri yargının alanının daraltılması gibi devletin FETO’ya tesliminin alt yapısını oluşturan düzenlemelerin yer aldığı bu oylamayı o günün BDP’si boykot kararı aldı. (Yıllar sonra başka bir adresten bu defa İstanbul Belediye Başkanlığı için tekrarlanan seçimde aynı çağrının tekrarlanması ise tam bir dejavu oldu.) Bugün gelinen durumun yapı taşlarını döşeyen referandumda bu yaklaşım bende şu andaki HDP selefi olan BDP’yi benim zihin dünyamda bilinmezlikler kervanına ekledi.
7 Haziran 2015 yılında yapılan genel seçimlerde HDP 80 milletvekili çıkarınca yine umutlandım. Bizler 15-16 milletvekiliyle Mehmet Ali Aybar’lı, Çetin Altan’lı TİP’in nasıl mücadele ettiğini hatırladığımız için 80 milletvekili ile bunlar artık Türkiye partisi olur ve iktidara bile yürür beklentisine bile girdim. Ne yazık ki söylemlerde en çok kullanılan barış, özgürlük, demokrasi sözcüklerinin arkasından “Gerillaya, hendeklere selam” gibi söylemler zihinleri daha da bulandırdı. Çözüm için de muhatap olarak başka odakları ve figürleri işaret etmeleri de bana kendi mevcudiyetlerini anlamsız ve sorgulanabilir hale getirdi. Belki bu yüzden belki de diğer sebeplerden olacak altı ay sonra yenilenen genel seçimlerde barajı kıl payı aşarak milletvekili sayısını da 40 a düşürdü. Şimdilerde de ne uzar ne kısalır dediğimiz bir alana kendini konumlandırmış gibi görünüyor. Benim anlayamadığım bu konum kendi seçimleri mi yoksa üst akılların kendileri için uygun gördüğü bir fotoğraf mı acaba diye düşünüyorum.
Şu an kriminalize bir algı yaratılıp ne kendisine kimsenin yaklaşmasını, ne de kendisinin başkalarına yaklaşmasını mümkün kılmayacak bir yere oturtulmuş durumdalar. Benim meşhur turnusol kâğıdım olan “Kimin işine yarar? Sonuçlarından kim yararlanır?” ölçütüm işe yarar mı bilemiyorum. Bu sarmaldan kurtulmak için samimi bir kaç cümle kurmak yeterli. “Biz Kürt sorunu dâhil ülkenin tüm sorunlarını barış, demokrasi içinde halledeceğiz. Ne amaçla olursa olsun ve hangi etnik kökenden beslenirse beslensin şiddetin her türlüsüne karşıyız. Şiddeti yapan terörist diye de gerilla diye de adlandırılsa şiddet şiddettir ve tasvip edeceğimiz bir durum değildir.” şeklindeki sözde kalmayan tümceler işbirliği ve ittifak için kendilerini aranılır bir adres haline getirir diye düşünüyorum. Bunu söylemek ve arkasında durmak kolay mı bilemiyorum. Yoksa bizim bilmediğimiz bazı bedelleri mi var, bekleyelim, bilinmezlik havuzunda bir süre daha kalsınlar bakalım.