Korona virüsü ile ilgili ilk yazımı bundan yaklaşık bir ay kadar önce yazmıştım. O günler meğer iyi günlerimiz imiş. Geçen süre içinde tablo daha vahim olmaya başladı. Dünyadaki vaka sayısı 3 milyonu, hayatını kaybedenlerin sayısı da 200 bini aştı. 50 binden fazla can kaybı ile ABD ön sırada yer alıyor. Bu ülkenin ardından Fransa, İtalya ve İspanya da en fazla kayıp veren ülkeler arasında yer alıyor. Ülkemizde de durum an itibari ile 100 bini aşkın vaka ve 3 bine yakın can kaybı ile ilk on içinde yer alıyor. Vaka sayısı ile iyileşen hasta sayısı arasındaki sevindirici gelişme umutlarımızı biraz arttırsa da tünelin ucunda henüz ışığın göründüğünü söylemek için vakit çok erken.
Bizler de 65 yaşın üzerindeki kişiler olarak verilen talimatlar doğrultusunda zorunlu ikametimizi sürdürüyoruz. Ne zamana kadar süreceğini bilmediğimiz bu günlerde kitap okuma, bulmaca çözme gibi meşgaleler ile kendimizi oyalıyoruz. Bazen 70 yılın biriktirdiği anı yığınında yolculuğa çıktığımız da oluyor. Böyle bir yolculuk sırasında hafızam beni elli yıl öncesine yani 70li yıllara götürdü. Şimdilerde unutmaya yüz tuttuğumuz parlamenter sistem ile yönetiliyorduk o zamanlar. Hükümetler kuruluyor, düşürülüyor, tekrar kuruluyor, bazen de güvenoyu sayısı sağlanamadığı için hükümetlerin günlerce hatta haftalarca kurulamadığı oluyordu. O sıralarda benim en çok dikkatimi çeken husus hükümetler kurulamıyor olsa da günlük işlerin kendi mecrasında yürüyor oluşuydu. Bizler maaşlarımızı alıyor, marketler, fırınlar ve diğer işyerleri çalışıyor, insanlar seyahat ediyor kısacası hayat kendi akışına göre devam ediyordu. Böyle olunca da benim zihin dünyamda hükümetlerin, meclisin, milletvekillerin o kadar gerekli bir şey olmadığı fikri yerleşiyordu. Tabii yıllar ilerleyip kendi küçük dünyamızın dışına çıkıp büyük fotoğrafı görmeye başlayınca fikrim değişmeye başladı. Kurumlar ve kurallar yerine oturmuş ise, bir de nitelikli bir bürokrasi varsa günlük hayatın olağan akışı bir üst aklı ya da yönetimi gerekli kılmayabilir. Ancak ülkede ve dünyada cereyan eden sıra dışı olaylar ülke yönetimlerini ve yöneticilerini adeta test eder niteliktedir. Yakın geçmişimize baktığımızda bu gibi durumların sayısız örneklerine rastlayabiliriz. İktidarların varlıklarını sürdürmek için cemaat ve benzeri oluşumlarla kurduğu ilişki 15 Temmuza kadar uzanan yolun alt yapısını oluşturmuş ve ülke insanımıza tarifsiz acılar yaşatmıştır, bunu hepimiz biliyoruz. Keza aynı şekilde; genelinde dış politika, özelinde Suriye meselesindeki isabetsiz, öngörüsüz tercihler sonucu insanların ve toplumun yıllar boyu taşıyacağı bir bedel omuzlara yüklenmiştir.
Şu anda yaşadığımız Korona virüs sorunu da ülkelerin yaşadığı sıra dışı olayların başında gelmektedir. “Güney Kore, Singapur bu işi iyi götürdü. Almanya işi sıkı tuttu ve başardı.” gibi değerlendirmeler ülkelerin yöneticilerinin ve yönetim anlayışlarının da bir değerlendirmesi niteliğindedir. Aynı şey ABD, İtalya, Fransa için pek ifade edilmiyor. Ülkemizdeki durum için nasıl bir ifade kullanılacak zaman içinde göreceğiz. Şu an itibarı ile Sağlık Bakanının çalışmalarını olumlu buluyorum. Açıklamalarını teknik ve tıbbi çerçeveye oturtmasını, sorulan sorulara nezaket içinde cevap vermesini, gereksiz polemiklere girmemesini değerli bulduğumu söyleyebilirim. Dahası ben yurttaşların sağlık kurumlarına ve personeline ulaşma konusunda geçmişe göre daha iyi durumda olduğunu da kabul edenlerdenim. Bunun kalitesi, yöntemi ve bedeli ayrı bir tartışma konusu.
Sayın Cumhurbaşkanımızın da süreç içinde aktif olarak yer aldığını görmekteyiz. Belli aralıklarla yaptığı konuşmalarda yapılan çalışmaları, süreci ne kadar başarı ile yürüttüklerini, 2023 hedeflerini işaret ederek iyi ve aydınlık günlere yol aldığımızı belirtiyor. Bu arada hiç şaşırmadığım bölüme sıra geliyor. Bu bölümde muhalif yerel yönetimlerin yardım, ekmek dağıtma gibi çalışmalarını çift başlılık olarak değerlendirip FETÖ ve PKK yöntemlerine benzetmesi bana pek de inandırıcı gelmedi doğrusu.
Aslına bakarsak bu yöntemlerin modası geçti bana göre. En son yapılan mahalli idareler seçiminde “çaldılar, sandık kurulları yanlış oluşturuldu ve hile yapıldı, teröristler sayaç okumaya gelecek” şeklindeki söylemlerin işe yaramadığını, tam aksine bir mağduriyet yaratmanın rakibin işine yaradığını hepimiz hatırlarız. Daha sonra bu konuda itham edilenlerin tamamının mahkemelerce beraat ettiğini de herkes bilmektedir. Şu anki durumun da biraz buna benzeme ihtimali var. İtham edilen bu yöneticilerin zaten başarısız olma durumu olsa bile kendileri için çok güzel bir gerekçe ve mağduriyet alanı yaratılmış olmuyor mu? Daha önce “Tarafsız Cumhurbaşkanı” yazımda da belirttiğim gibi, ezber bozan ve şaşırtıcı bir çıkış yapma ihtimali yok mu acaba diye içimden geçiyor. Muhalif muvafık bakılmadan bütün yerel yöneticilere sıkı bir işbirliğine girilse, onlar bir adım yaklaştığında onlara iki adım yaklaşılsa, maddi manevi bütün destekler kendilerine verilse ve günü geldiğinde “ Ey ahali biz hizmet yapacaktık ama merkezi idare elimizi bağladı, bankalardaki paramıza, dağıttığımız ekmeğe, garip gurebaya sunduğumuz bir tas çorbaya bile el koydular” mağduriyetinin oluşmaması sağlandıktan sonra da “Sevgili milletim. bildiğiniz gibi biz bütün belediyelere maddi manevi tüm desteği verdik. Ancak onlar bu konuda gerekli beceriyi göstermeyerek sizi mağdur ettiler, bir maske dağıtma işini bile beceremediler. bir şehri, bir beldeyi kendilerine verilen bunca desteğe rağmen yönetemeyen bir zihniyete koskoca ülke nasıl teslim edilir?” şeklindeki çıkışıyla benim bile oyumu alır kim bilir?
Neyse nereden nerelere geldik. Umarım bütün dünyayı kasıp kavuran bu korona virüs belasından en kısa zamanda kurtuluruz ve daha güzel günlerde daha güzel şeyler yazma fırsatımız olur.
Ne güzel önerilerde bulunmuşsun arkadaşım. Kendilerine yarar sağlayacak bu önerileri acaba neden dinlemiyorlar?…
Sevgili Emin arkadaş. Sözümüzün dinlenmesi için artık sakal bırakmaktan başka çaremiz kalmadı galiba