BİRAZ DA KİTAP / KALK ÇALIŞ BAŞARISIZ OL

Yazının başlığında adını yazdığım kitap Prof. Dr. Behçet Yalın Özkara’ya ait. Kapaktaki tam adı “Kalk Çalış Başarısız ol – Hayatta Sana Anlatılmayan Gerçekler” olan bu kitabı birkaç kelime ya da cümle ile anlatmak gerekmiş olsaydı herhalde en çok ilginç, sıra dışı, değişik gibi sözcükleri kullanabilirdim. İlginçlik kitabın daha ilk sayfasında yazarın kendisini tanıtması ile başlıyor.

Okuduğum bütün kitaplarda hemen ilk sayfada yazarın daha çok üçüncü tekil şahıs dilinden bir tanıtımı yer alır. Çoğunlukla bir sayfalık bu bölümde yazarın doğum tarihi, doğum yeri, okuduğu okullar, akademik geçmişi, yazdığı diğer kitapları, aldığı ödüller falan yazılır. Okuyucu olarak ben bu bölümü mutlaka okur, ne kadar gençmiş, bizim emsalmiş, hemşerimiz imiş, aynı okulda okumuşuz gibi düşünceler ile içten içe bir diyalog kurarım yazarla. Fakat yazarımız bu kısımda çeyrek sayfalık bir yazı ile böyle geleneksel bir girişin yetersiz olduğundan bahisle kendisi için “Ben Behçet, herkes gibi sıradan bir insanım. İçten içe özel olduğuma, herkesten farklı olduğuma yıllarca inandım. Artık biliyorum ki değilim.” cümlelerini kurmuş sadece.

Continue reading “BİRAZ DA KİTAP / KALK ÇALIŞ BAŞARISIZ OL”

UZUNKÖPRÜ’DE 24 SAAT

Tren yolculuklarını hep sevmişimdir. Şu an ikamet ettiğimiz Muratlı ilçesine geliş gidişlerde de hep treni tercih etmişizdir. Günlük olarak İstanbul, Halkalı’dan yapılan 3-4 tren seferinin son noktalarından biri Edirne diğeri ise Uzunköprü’dür. Bunların hepsi de Muratlı’dan geçtiğinden işimizi kolaylaştırmaktadır.

Varış noktalarından Edirne ile, öğrencilik hayatımın geçmesi ve daha sonraki seyahatlerden bir şekilde tanışıklığımız olmuştur. Fakat Uzunköprü benim için tam bir muamma idi. Bir türlü gidemediğim bu yerleşim yeri içimde bir merak yumağı olarak kaldı. İlçemize tren ile yaklaşık 2 saat uzaklıktaki bu coğrafyaya bir gün aniden eşim ile gitmeye karar verdik. 15 Ekim saat 14.00 te bindiğimiz tren bizi saat 16.00 civarında son durak olan Uzunköprü’ye getirdi.

Continue reading “UZUNKÖPRÜ’DE 24 SAAT”

BİRAZ DA KİTAP / ÇALINAN DİKKAT

Bu yazıda tanıtacağım “ÇALINAN DİKKAT” kitabının yazarı Johann Hari. Yazarın sizlere tanıdık geleceğini umuyorum. Aynı yazarın okuyucuyu depresyonu tanıma ve mücadele konusunda yolculuk yapmaya çıkaran “Kaybolan Bağlar” kitabı ile ilgili cümlelerimi blogumun geçmiş sayfalarında bulabilirsiniz.

İnsanın odaklanamama durumu ile ilgili çok geniş kapsamlı incelemeler yapan, ilgili kişilerce sayısız görüşme gerçekleştiren yazar önceleri bunun bireyin kendisi ile ilgili bir durum olarak kabul etmiş ancak konuyu daha derinliğine araştırdıkça daha farklı ve kapsamlı nedenlere ulaşmış.

Bireysel çabaların sorunu çözmede bir yere kadar etkili olduğunu vurgulayan yazar, dikkati bizden çalan kuvvetlerle kolektif olarak yüzleşip onların değişime zorlanması gerektiğini belirtiyor. Yani dikkatimizi ateşe veren kuvvetlerle mücadele edip yerlerine iyileşmeye yardımcı olacak kuvvetleri geçirmek şeklinde bir yol haritasını işaret ediyor.

Continue reading “BİRAZ DA KİTAP / ÇALINAN DİKKAT”

BİRAZ DA KİTAP / PÜRDİKKAT

Çok bilindik olan bu dikkat konusu emeklilik öncesi eğitim sektöründe görevimizi yürütürken daha çok çocuklara has bir durum gibi gelirdi bizlere. Çocuklarımızın ilgileri neden bu kadar dağınık? Bir ders saati süresi içinde onları daha fazla nasıl odaklayabiliriz? Motivasyon düşüklüğünün nedenleri neler olabilir? Dikkat eksikliği durumlarının nedenleri neler olabilir? DEHB (Dikkat eksikliği ve hiperaktivite) konusunda neler biliyoruz? gibi sorular hep zihnimizi meşgul eder ve bunlara yönelik olarak paylaşımlarda bulunduk.

Yetişkinlerinde bu konuda bazı sıkıntılarının olacağını doğrusu pek düşünemiyordum o zamanlar. Ancak yukarıda sözünü ettiğim ve bundan sonraki yazımda tanıtımını yapacağım iki kitabı okuyunca içimden “Biz ölmüşüz de ağlayanımız yok” diyesim geldi. Hani o meşhur kurbağanın içinde bulunduğu su dolu kabın ısısını yavaş yavaş arttırdığımızda zavallı hayvanın farkında olmadan haşlanması gibi bir durum yani.

Önce “PÜR DİKKAT” kitabından başlayalım. Cal Newport tarafından yazılan bu kitap bana çok sevgili akrabamız ailemizin doktoru danışmanımız dostumuz çok değerli Nörolog Gülüstü Salur kardeşimiz tarafından kazandırıldı. Araya göz ameliyatım girince biraz gecikerek bitirebildim. Öncelikle kendisine teşekkür ederim.

Continue reading “BİRAZ DA KİTAP / PÜRDİKKAT”

SAĞLIK OLSUN / 2

Bundan yaklaşık bir yıl kadar önce “SAĞLIK OLSUN” başlığı ile bir yazı yazdığımI takipçilerim hatırlayacaktır. İlk cerrahi müdahale deneyimi ile ilgili yaşayışı konu ediyordu o yazım. Bu yıl da yine Antalya’da alışılmış günlerimizi yaşarken uzaktaki levhaları, televizyon ekranındaki alt yazıları okurken zorlanmaya başladığımı hissedince uzun yıllardır olmadığım göz muayenesinin sırası geldiğini düşündüm. Kanaatimce gözlük camlarının numaraları değişmiş olmalı ve onları değiştirmekle işi hallederiz düşüncesi hakimdi bende. Fakat muayene başlayınca işin rengi değişti.

Gösterilen orta büyüklükteki harfleri bile sanki buzlu camın arkasındaymış gibi okumakta güçlük çekiyordum. Doktor da fazla denemeye gerek görmeden “Epey zamandır gözlerinizi kontrol ettirmemiş olacaksınız, her ikisinde de katarakt var ve bu cam değiştirmekle olacak gibi değil. Bunun tek çaresi de ameliyattır.” dedi. Arkasından da: “Düşünün, burada da başka bir yerde de bunu gerçekleştirebilirsiniz” diye ekledi. Kendisinden ameliyat sırasında kullanılacak mercek çeşitleri ve bunların maliyetleri ile ilgili bilgi de aldık.

Continue reading “SAĞLIK OLSUN / 2”

BİRAZ DA KİTAP / ALBATROS

1934 yılında kaybettiğimiz şair Cenap Şahabettin tarafından söylendiği ileri sürülen “Tıbbiyeden her şey çıkar arada bir de doktor çıkar” deyişini hepimiz duymuşuzdur. Kendisi de Cildiye hekimi olan şairin bu sözleri bakış açısına göre farklı şekillerde değerlendirilebilir. Bazılarınca doktorların liyakati, mesleki ehliyetleri için söylendiğini düşünür, bazıları da tıbbiye mezunları hekimlik mesleğinde olduğu kadar diğer alanlarda da hekimlikleri kadar yetkin olduğunu anlatan bir ifade olarak değerlendirir. Ben de ikinci değerlendirmeyi kendime daha yakın buluyorum. Dünyada ve ülkemizde kendileri tıbbiye çıkışlı oldukları halde hekimlik dışında edebiyat, müzik ve devlet idaresi gibi birçok alanda başarılı olmuş kişiler vardır.

Tanıtımını yapacağım “ALBATROS” isimli hikâye kitabı da kendisi bir hekim olan Meltem Demir tarafından yazılmış. Niçin bu adı koyduğunu ilk satırlarda güzelce açıklamış. Kitabın içinde birbirinden güzel 21 tane hikâye mevcut. Kullandığı dil son derece samimi sahici ve akıcı bir özellik taşıyor. Okuyucunun sayfalarda ilerlerken her bir satırında kendi duygularından düşüncelerinden ve yaşanmışlıklarından parçalar bulabileceği “Sanki beni, bizim oraları anlatmış” diyebileceği hikayeler bunlar. Ben okurken keyif aldım. Sanki bir Ömer Seyfettin, bir Sait Faik esintisi ve keyfi yaşadığımı söyleyebilirim. Her biri ayrı kıymette olan bu hikayedeki satırların arka planında en az onlar kadar kıymetli bir çaba da var ki ondan söz etmemek haksızlık olur.

Continue reading “BİRAZ DA KİTAP / ALBATROS”

BİRAZ DA KİTAP / HER İNSAN GÖRDÜĞÜ RÜYANIN TABİRİDİR

İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü‘nde okuduğumuz yıllarda Genel Psikoloji ve Sosyal Psikoloji derslerimize Lütfi Öztabağ giriyordu. Kendisi son derece beyefendi, her gün tıraşını olan son derece bakımlı bir İstanbul beyefendisi idi. Liseler için psikoloji ders kitabı yazdığını da hatırlıyorum. Diğer birçok öğretmenimiz gibi o da aramızda yok artık. Mekanları cennet olsun. Genel Psikoloji dersinin ana kaynağı Norman L. Mun’un yazdığı “Psikoloji – İnsan İntibakının Esasları” kitabı idi. Kapağı kırmızı çerçeveli Milli Eğitim Bakanlığının Öğretmen kitapları serisinden olan bu yayın hala gözümün önündedir. Şimdilerde çok az kişinin hatırladığı bu kitaplar çok kaliteli ve kıymetli kitaplar idi. Şimdilerde sahaflarda belki rastlayabiliriz bu tür eserlere.

Lütfü Öztabağ da derse hep bu kalın kitapla gelirdi. Pek bakmasa da kürsüde hep önünde dururdu. Kitabı noktasına, virgülüne ve hatta dip notuna kadar yutmuştu adeta kendisi. Bu kitapta her konunun sonunda 1-2 sayfalık “Hülasa” diye bir bölüm vardı. Öğrenci kurnazlığı ve kolaycılığı ile birçok arkadaş bu kısmı okumakla yetiniyor hatta öğretmenimize “Hocam bu hülasaların da hülasası yok mu?” diye soruyorlardı. Okuldan mezun olup öğretmenliğe ya da mesleki toplantılarda monitörlük yapmaya başlayınca kaşık kadar bilgiyi sunmak için kazan kadar bir birikime ihtiyaç duyulduğunu öğrenecek ve onun da gereğini yapacaktık.

Continue reading “BİRAZ DA KİTAP / HER İNSAN GÖRDÜĞÜ RÜYANIN TABİRİDİR”

BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / SONUÇ (Günübirlik Bulgaristan)

Hepimizin üzerinde taşıdığı kimlik belgeleri son şeklini alana kadar epey aşama geçirdi. Bizlerin önceleri defter gibi kimlik cüzdanları vardı. Orada doğum yeri ve yılı yanında medeni hali ile ilgili değişiklikler, askerlik yoklamaları, muvazzaflık ve terhis bilgileri, yer değiştirme kayıtları, ihtiyat yoklamaları gibi durumların işlendiği sayfalar vardı. Daha sonra biraz sadeleştirilerek PVC ile kapattığımız erkekler için mavi kadınlar için kırmızı tek sayfadan ibaret kimlikleri kullandık. Günümüzde ise artık herkesin kullandığı minik -galiba çipli diyorlar.- kimliklerimiz var.

Sizler ne kadar farkındasınız bilmiyorum ama yeni kimliklerde ben doğum yeri ile ilgili bir kayda rastlamadım. Oysa eskiden bu kimliklerde İl veya ilçe olarak belirtiliyordu. Kimliklerde yazılı olan o coğrafyanın zihinlerde bir geçmişi ve anlamı vardı. Hatta insanlar arası ilişkilerde “Oraları çok soğuk olur”, “Ooo hemşerimsin”, “Benim oralarda öğrenciliğim geçti”, “Ben askerliğimi orada yaptım”, “Eniştemiz sayılırsın” gibi cümlelerle iletişimin önünü açan bir işlevi vardır. Artık böyle bir bilgiden yoksunuz yani.

Continue reading “BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / SONUÇ (Günübirlik Bulgaristan)”

BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / GELİŞME

Topu topu üç gece kaldığımız Bükreş seyahatimiz planlı programlı bir gezi değildi. Akışına göre otelin etrafında bizi adımlarınızın götürdüğü yerlerde dolaştık. Hava da yağmurlu olduğu için başka bir şansımız yoktu. Bir de önemli sayıp ziyaret etmeyi düşündüğümüz birkaç müzenin bizim orada bulunduğumuz pazartesi ve salı günü kapalı olması ister istemez bizi sınırladı. Ayrıca biz iş ziyaretinin parçasıydık ve bulduğumuzla yetinecektik.

Yakındaki dükkanların birinden iki de şemsiye alarak dar alandaki gezintilerimizi sürdürürken Komünizm Müzesi’ni gördük ve içeri girdik. Komünizm rüyası ne çabuk müzelik olmuş diye bir tebessüm ettim içimden. Kraliyet zamanında bir doktorun çalışma ve konaklama mekânı müze haline getirilmiş. Küçük balkonunda da son komünist başkan Nikolay Çavuşesku’nun pek fark edilmeyen mukavvaya tespit edilmiş resmi var.

Continue reading “BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / GELİŞME”

BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / GİRİŞ

Kökenimizin Balkanlara dayanmasına rağmen fırsatını bulup bu coğrafyadaki ülkeleri gezip görme fırsatımız olmadı. Çocuklarımız Bükreş’e birkaç günlüğüne yapacakları iş ziyaretlerini gerçekleştirirken bizleri de yanlarında görmek istediklerini belirtince fazla ikiletmeden bu davete icabet ettik. Onlar farklı yerlerden gelip biz de İstanbul Hava Limanından eklemlenerek Bükreş istikametine startı verdik.

Sabah saat 8:30 civarında kalkan uçağımız bir saat sonra Bükreş Henri Coandă Uluslararası Havalimanına indi. Bükreş Havaalanı gerek büyüklük gerekse hareketlilik olarak daha önce gördüğüm Amsterdam, Şangay, Hong Kong ve tabii bizim İstanbul Havaalanına göre biraz küçük, mütevazi ve sönük kalıyor. Havaalanından Uber vasıtası ile bindiğimiz araç bizi 20 dakikada şehir merkezindeki otelimize getirdi.

Continue reading “BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / GİRİŞ”