Son on yıl içinde Çin’e 4-5 kez seyahatte bulundum ve her birinde bir aydan fazla süre kaldım. Gezilerimiz sırasında bizi misafir eden ve coğrafyayı en iyi şekilde tanımamızı sağlayan çocuklarımız bu konuda en büyük teşekkürü hak ediyor. Yasak Şehir’i, 7-8 bin kilometre uzunluğundaki Çin Seddini, dev bir Mao posterinin bulunduğu suskun ama çok şey anlatan Tiananmen Meydanını barındıran Pekin’i gördüm. Daha sonra en yüksek kule, en yüksek gökdelenler, en mükemmel metro ağı, şehre 50 km uzaklıktaki hava alanını 7 dakikada alan ve saatteki hızı 400 km’nin üzerindeki hızlı trenli “en”lerin şehri Şangay’ı gördüm. Bana göre Pekin Çin’in tarihi ve geleneksel yüzünü, Şangay da Avrupai ve modernleşen yüzünü temsil ediyordu. Bütün bu gezilerimi bloğumda Pekin günleri ve Şangay günleri adı altında görseller eşliğinde yazılarımla anlattım.
Benim için çok farklı olan bu coğrafyanın arka planını merak ettim hep. 2011 yılı itibariyle dünyanın en kalabalık ve en büyük ikinci ekonomisi, son yirmi yılın ortalama 10.2 ile en hızlı büyüyen ülkesi, dünyanın en büyük ihracatçısı ve enerji tüketicisi. Dünyanın en fazla dışarıdan yatırım alan ülkesi, 3.2 trilyon dolarlık döviz rezervine sahip, dünyanın elinde en çok Amerikan hazine bonosu bulunduran ülkesi. Dünyada en çok milyoner ve milyarder sayısına sahip ülke olduğunu da öğrenince bu ülke ile ilgili birçok şeyi daha fazla merak eder oldum. Ayrıca bu makro rakamları gördükçe kafam daha da karıştı. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler ile ülkelerin gelişmişlikleri arasında çok yakın bir ilişki olduğu söylenmektedir hep. Oysa biliyoruz ki Çin’de serbestçe herkesin oyunu kullandığı, iktidarların muhalefetin belirlendiği demokrasinin göstergesi olan seçimler yok. Basının medyanın da sınırlı bir özgürlük alanı var. Sovyetler Birliği ile aynı rejimi uygulamalarına rağmen birisinin yıkımına sebep bu durum diğerini şahlandırdı. 1978 Yılından sonra Çin’deki rejimin yaptığı reformların bunda kuşkusuz etkisi var ama yine rejimin ana karakteri değişmiş değil.
Bütün bu fotoğraf bu ülke ile ilgili bilinmezlikleri kafamın içinde daha da artırdı. Nasıl bir işleyiş, nasıl bir organizasyon ile nasıl bir kurallar ve kurumlar manzumesinin olduğu hususları hep zihnimi meşgul etti. Bu konular ile ilgili elime geçen kaynakları da okudum arada bir. Geçtiğimiz günlerde çocuklarımın gönderdiği ve epey kapsamlı bulduğum kitap elime geçince bunu okurlarım ile paylaşmayı uygun buldum.
David Shambaugh’nun yazdığı “Çin (Küreselleşme Yolunda Kısmi Güç)” adlı kitap beş senelik bir hazırlığın ürünü. Bu konuda daha önce yazar “China’s Communist Party: Atrophy and Adaptationé” kitabını yazmış. Kitap gerçekten çok çok derin inceleme araştırmalar sonucu kaleme alınmış ve insan zihninde oluşan birçok tereddüte açıklık getiriyor, birçok boşluğu dolduruyor. Bundan önceki kitap tanıtımı ile ilgili yazılarımda zaman zaman “Bu kitabı mutlaka herkes okumalı” şeklinde tavsiyelerim olmuştur. Ancak bu kitap için aynı şeyi söylemekte tereddüt ediyorum. Kitap spesifik olarak Çin’in dış dünya ile ilgili ilişkilerini konu ettiği için ancak bu alana karşı özel ilgileri olanların ilgiyle okuyabileceklerini düşünüyorum. Tabii tercih yine okuyucunun. Ben bu bilgilerle birlikte Çin iç işleyişi ile ilgili konuları daha fazla merak ediyordum. Sanırım yazar yukarıda bahsettiğim ve bundan önce yazdığı kitapta bu konuları ele almış. Araştırdığımda henüz dilimize çevrilmediği için okuyamadım. Eğer çevirisi yapılırsa onu da mutlaka okuyacağım.
Kitap Çin’in Küresel Etkisini Anlamak, Çin’in Küresel Kimlikleri, Çin’in Küresel Diplomatik Varlığı, Çin ve Küresel Yönetişim, Çin’in Küresel Ekonomik Varlığı, Çin’in küresel Kültürel Varlığı, Çin’in Küresel Güvenlik Alanındaki Varlığı, Küreselleşmiş Bir Çin ile Baş Etmek şeklindeki ana başlıklar altındaki konuları ve tarihsel gelişimi içinde ayrıntılı, akıcı ve anlaşılır bir üslup ile ifade ediyor. Bütün bu tespitler ışığında yazar Çin’i küresel bir güç olmaktan ziyade kısmi bir güç olarak tanımlıyor. Çinli Akademisyenlerin de buluştuğu başka bir tanım “Yumuşak Güç” olarak açıklanıyor. Yumuşak güç “Başkalarının tercihlerini şekillendirme, başkalarının sizin istediğiniz sonuçları istemesini sağlama” olarak formüle edilirken Çin’in benimsemediği sert güç ise “Vazgeçirmek ya da istenilen davranışları zorlamak için çeşitli seviyelerde tehdit gücünü ve baskıyı içermek” olarak tarif ediliyor.
Kitabın nihayetinde özetle yazar Çin’in bazen dışa dönük bazen içe kapalı zaman içinde gelgitler yaşayan durumunu şu satırlarla tarif etmektedir “Kendinden emin ama güvensiz, iddialı ama kararsız, bazen kibirli ama genelde ılımlı, tarihi mağduriyetten kaynaklanan hak duygusu, risk karşıtı ama artan biçimde bağımlı, güçlü bir milliyetçilik ve derine yerleşmiş bir dar görüşlülükle birleşmiş ihtiyatlı bir uluslararasılık, pragmatizmle birleşmiş zalimlik, küresel olduğunu düşünen bir bölgesel güç, yalnız kalmak isteyen ama kendini dünya ya bağlı bulan bir Çin ve giderek modernleşen ve endüstrileşen ama hala zayıf ve kalkınmakta olan bir ülke.” Son cümle olarak da “Çin 1978’de kendini dünyaya açtığından beri dünya Çin’i değiştirmiştir ve şimdi Çin dünyayı değiştirmeye başlamıştır.” cümlesi ile kitap nihayet buluyor.
Sevgili Necmi arkadaşım; 1974 yılında (ki, aynı sınıfta olduğumuz ikinci yıldı) Mao’yu okumaya başlamış, onun yaşam öyküsünü, eylemlerini, öğretisini hele de ‘Kültür Devrimi’ni tutkuyla anlamaya, öğrenmeye çalışmış ve hep o coğrafyayı görmek istemiştim. Olmadı!… Fakat senin gezi notlarını ve bu yazını okudukça mutlu oldum. Teşekkürler.
Yaşama imkanınız olsa Pekin’i mi yoksa Şangay’ı mı tercih ederdiniz Necmi bey?
Sevgili Emin. Ne birlikte okuduğumuz yıllarda ve ne daha sonra benim de o coğrafyalara gitme ile ilgili hayal ve ihtimalim yoktu. Zamanın bizlere ne sürprizler hazırladığını çok sonra yaşayarak öğrendik. Böyle seyahatler insanlara kitaplardan daha fazla şeyler öğretiyor. Dahası kitaplardaki dünya ile gerçek dünyanın ayrıdına da varıyor insan. Teşekkürler ve selamlar arkadaşım.
Sevgili Dinçer Sorduğun soru insanı ikilemde bırakıyor. Pekin ve Şangay ikisi de güzel şehirler. Ama İstanbul’umuzun , Antalya’mızın, Altınoluk’uumuzun nesi eksik? Şeklinde soruya soruyla cevap vermek de mümkün. Ama tercih illa ikili arasında yapılacaksa Şangay’dan yana ama arada bir Pekini de boşlamayarak bir denge kurulabilir diyorum.