UZUNKÖPRÜ’DE 24 SAAT

Tren yolculuklarını hep sevmişimdir. Şu an ikamet ettiğimiz Muratlı ilçesine geliş gidişlerde de hep treni tercih etmişizdir. Günlük olarak İstanbul, Halkalı’dan yapılan 3-4 tren seferinin son noktalarından biri Edirne diğeri ise Uzunköprü’dür. Bunların hepsi de Muratlı’dan geçtiğinden işimizi kolaylaştırmaktadır.

Varış noktalarından Edirne ile, öğrencilik hayatımın geçmesi ve daha sonraki seyahatlerden bir şekilde tanışıklığımız olmuştur. Fakat Uzunköprü benim için tam bir muamma idi. Bir türlü gidemediğim bu yerleşim yeri içimde bir merak yumağı olarak kaldı. İlçemize tren ile yaklaşık 2 saat uzaklıktaki bu coğrafyaya bir gün aniden eşim ile gitmeye karar verdik. 15 Ekim saat 14.00 te bindiğimiz tren bizi saat 16.00 civarında son durak olan Uzunköprü’ye getirdi.

Bilmiyorum sizlerde oluyor mu ama bende oluyor. Hiç gidip görmesek de kafamızda o yöre ile ilgili bir fotoğraf oluşturuyor beynimiz. İşte benim de belki geçmiş yıllarda resimlerden, kartpostallardan kalan bir izlenim ile bir imaj oluşmuştu burası ile ilgili olarak zihnimde. Türünde dünyanın en uzun köprüsüne sahip bu ilçeye vardığımda Ergene ovasına bir gerdanlık gibi yerleşmiş bu yapının etrafında son derece itina ile gerçekleştirilmiş bir çevre düzenlemesi, yürüyüş, koşu, bisiklet sürme yolları göreceğimi, köprü manzaralı kafelerde, çay bahçelerinde kahvemi yudumlayacağımı hayal ediyordum. Ne yazık ki umduğumu bulamadım ve tam bir hayal kırıklığı yaşadım.

Uzunköprü’nün 5-6 km. kadar dışında olan tren istasyonundan merkeze toplu taşıma araçları (Minibüs) ile geldik. Araç bizi köprü başında indirdi ama biz köprü falan göremedik. Köprü baş kısmından itibaren paravan vazifesi gören yüksek levhalarla kaplatılmış ve bu levhalarda restorasyon çalışması yapıldığını belirten cümleler vardı. Dakika bir gol bir misali ilk darbeyi yemiştik.

Daha sonra, önceden yer ayırttığımız ve konaklayacağımız öğretmen evine gittik. Uzunköprü Öğretmenevi -belki de birçok öğretmenevi gibi- kendi yağı ile kavrulmaya çalışıyor. Müdavimleri de yaşları 60’ın üstünde az sayıda emekli. Üzerimize battaniye örttüğümüz halde sabaha karşı Uzunköprü’nün soğuğu bizi üşüttü diyebilirim. Neyse bizim beklentimiz de fazla olmadığı için geceyi bir şekilde geçirdik.

Sabah kahvaltısını bize tavsiye ettikleri Selvioğulları pastanesinde yaptık. Güzel, temiz ve nezih bir mekânda güne daha bir umutla başladık. Kahvaltıdan sonra yürüyüş rotamızı yine köprü istikametine çevirdik. 1270 m uzunluğunda ve 171 gözlü olan bu tarihi köprünün Sultan II.Murat döneminde Mimar Muslihiddin tarafından 1426-1443 yılları arasında inşa edildiği bilgisini restorasyon levhalarından okuyarak bilgimizi tazeledik.

Ne var ki, yine de köprünün tamamının levhalarla kaplanmış olmayacağı düşüncesi ile biraz açıktan ve de kıyıdan kıyıdan giderek bu yapı ile kucaklaşmak, en azından birkaç görüntü almak için bir rota çizdik kendimize. Tam “galiba buradan yaklaşabiliriz” diyeceğimiz bir noktaya geldik ki yüklenici firmanın güvenlik görevlisi karşımıza çıktı ve ve o çok duyduğumuz “Yassah hemşerim” cümlesini bizim yüzümüze karşı söyledi.

Birkaç yıl önce başlayan bu restorasyon çalışmasının bitiş tarihinin ucu oldukça açık gibi geldi bana. Çok ciddi bir çalışma yapıldığı ile ilgili bir gözlemimiz de olmadı. Bu sürenin uzaması ile ilgili fısıltı gazetesinin dedikoduları da kulağımıza geldi. Aslında restorasyon bahane imiş, maden ya da değerli eserler arıyorlarmış, aranan geçmiş medeniyetlere ait defineler de olabilirmiş. Mış mış mış… Elin ağzı torba değil söyler de söyler. Velhasıl biz de resimlerin resmini çekmekle yetindik.

Başarısız köprü seferinden sonra buranın diğer önemli bir eseri olan ve yine Sultan Murat tarafından köprü ile birlikte 1443 yılında yapılan Muradiye Camiini ziyaret etmek istedik. Burada da tam bir dejavu yaşadık. Burasının da etrafının yüksek saç levhalarla kaplandığını, burada da onarım ve restorasyon çalışması yapıldığını ve ziyarete de kapalı olduğunu öğrendik. Yine de yükselebildiğim kadar yukarılardan bir görüntü almaya çalıştım.

Bütün bunlara ilaveten 40 bin nüfuslu şehrin ana cadde ve sokaklarında doğalgaz altyapısı inşaatı çalışmalarının varlığını eklersek burasının bütünüyle bir şantiye haline geldiğini, ziyaretimizin çok şanssız bir zamana denk geldiğini düşündük.

Uzunköprü’de bulunan ve restorasyonu tamamlanmış bir eser olarak Aziz Loannis Kilisesini ziyaret ettik. 1875 yılında inşa edilen bu yapı kentte yaşamını sürdüren Rumlar tarafından yapılmış. 1924 yılındaki mübadeleden sonra kullanılmayan kilise 2011-2013 yıllarında restorasyon çalışması yapılarak Belediye Sanat ve Kültür Evi olarak hizmet vermeye başlamış. İlçede 1800’lü yıllarda inşa edilen ve en son askerlik şubesi olarak hizmet veren yapı da yine Belediye tarafından restorasyonu yapılmış yapılardandır.

Kent müzesi de buradaki son uğrak yerimiz oldu. Eski Tekel İdari binasının restore edilmesi ile 2013 yılından itibaren hizmet vermeye başlamış. Müze binası iki kat ve altı odadan oluşuyor. Bu odalarda tarihi paralar, tüfek, kılıç ve diğer zamana tanıklık eden objeler sergilenmekte, Bunlara ek olarak Uzunköprü tarihi ile ilgili tablo ve levhalar da burada yer alıyor. Belirtilen gün ve saatlerinde ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor.

Buraya kadar gelmişken Edirne Öğretmen okulu yıllarımdan hafızamda kalan Uzunköprülü sınıf arkadaşlarımı da bir araştırayım dedim. Erdoğan Talaş ve Ahmet Tuna ilk aklıma gelenler oldu (Birinin numarası 2 diğerinin 39 olmalı). 1967 yılında yani 57 yıl önce mezuniyet sonrası her birimiz yurdun farklı yerlerine savrulduk. Öğretmenevinde masada oyun oynamakta olan ve bizim jenerasyona yakın bulduğum bir gruba arkadaşlarımı sordum. Tanıdıklarını söylediler ve Erdoğan Talaş’ın Manisa’ya, Ahmet Tuna’nın da Gelibolu’ya yerleştiklerini eklediler. Buna hem üzüldüm hem de sevindim. Göremediğim için üzüldüm ama arkadaşlarımla ilgili sıkça duymaya başladığımız “O rahmetli oldu” cümlesi onlar için kurulmadığı için de sevindim.

Bu kadar yaşanmışlıktan sonra boğazlar meselesine de birkaç satırla da olsa değinmeden geçemeyiz. Büyük oğlumuzun internetten bize listelediği Köfteci Niyazi, Köfteci Muammer, Köfteci Aydın gibi yerleri ve bu yerler ile ilgili görüşleri yolda rastladığımız kişilere sorduğumuzda kafamız biraz karıştı. Kimisi “O dediğiniz önce iyiydi ama şimdi bozdu. Siz iyisi mi şuna gidin” diyor, bir başkası “Yok yahu onun köfteler çamur gibi, dolduruyor ekmeği, şu köşedeki daha iyi.” diyor. Birinin kara dediğine başkası ak diyor. Bu durumda biz de muhtemelen şehrin tek ciğercisi olan bir mekânda Edirne’nin ciğer tavasını yiyerek seyahatimizi noktaladık.

İstasyonda bizi bekleyen 16.55 trenine binerek 24 saat geçirdiğimiz bu şehirden evimize döndük.

Tagged: Tags

One thought to “UZUNKÖPRÜ’DE 24 SAAT”

  1. Nihayet sahalara geri döndünüz Necmi bey.. Özlettiniz kendinizi..

    Gerçi Uzunköprü’nün durumu çok iç açıcı görünmüyor ama olsun 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *