İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan THY’nin 23.40 tarifeli Şangay uçağına bindiğimizde takvimler 25 Ağustos 2011 tarihini gösteriyordu. Nerede ise bir saat gecikmeli olarak kalkan uçağımız havalandığında bizi yaklaşık on saatlik bir yolculuk bekliyordu. Şöyle gerilere doğru bir düşünce iklimine girdiğimde bu yolculuğun son dört yıl içinde uçakla yaptığımız beşinci yolculuk olduğunu hatırladım. Eşimle birlikte bu yolculukların üçünü Amsterdama,ikisini de Şangaya gerçekleştirmiş oluyorduk. Oysa çok değil beş yıl öne bütün bunları belki hayal bile edemiyorduk. Bu diyarlarda çocuklarımızın çalışıyor olmalarının sağladığı avantaj ve katkı bizim dünyamıza bu görsel zenginliğin eklenmesine vesile oldu diyebiliriz. Bu yüzden onlarla ne kadar gurur duysak azdır. İki emekli memurun böylesi yolculukları gerçekleştirmesinin hiç de kolay olmadığını herkes tahmin edebilir. Yoksa biz de başkalarının yaptığı yolculukları dinleyip “yok yahu, vay be, fen ne kadar ilerlemiş” gibi hayret dolu sözler ile yetinmek zorunda kalacaktık.
Uçak yolculuklarında farklı sınıfların olduğunu biliyordum ama son yolculuğumuza değin ekonomi sınıfında yolculuk yaptığımız için diğer sınıfların durumu ile ilgili hemen hiç bilgimiz de yoktu. Bu yolculuğumuzda bizim için ayrılan yerin “comfort class” olduğunu öğrenince bu farkı bizzat yaşayarak öğrendik. Bir kere oturma mekanının son derece ferah ve rahat olması benim için en önemli ayıcalıktı. Ayrıca diğer teknik artıları ve hizmetin kalitesindeki avantajı da eklersek uçak yolculuğunun insanları bir yerden bir başka yere götürülmesinden çok daha fazla farklı bir şey olduğunun da ayrıdına varıyor insan. Bu arada THY de sağladığı bu hizmet kalitesinden ötürü samimi bir teşekkürü hakediyor sanırım.
Bu yolculukla birlikte totalde 50-60 saat kadar gökyüzünde kaldığımızı hesapladım. Her ne kadar teknik ve bilimsel açıklaması olduğuna inansam da her bindiğimde içine eşyaları ile birlikte yüzlerce kişinin doldurulduğu, ayrıca bir çok ikram ve hizmetlerin yürütüldüğü bu devasa metal yığınının nasıl da saatlerce gökyüzünde durabildiğine hep şaşmışımdır. Gökyüzünde dokuzbuçuk saatlik bir yolculuktan sonra uçağımız Şangay’ın Pudong Havaalanına indi. Bazı formların doldurulması, formalitelerin yerine getirilmesi, pasaport kontrollarının yapılması da bir saat südü. Bütün bunların sonunda çıkışta bizi bekleyen büyük oğlumuz Dinçer ile buluştuk.
Daha önceki gelişimizde eve taksi ile gitmişken oğlumuz bize bir değişiklik olması açısından başka tecrübeyi yaşattı. Hava alanından şehir merkezine normal metronun yanında ayrıca adına maglev denen hızlı tren seferi ile gelmeyi denemek istedik. Bizim İstanbuldaki Havaalanı-Aksaray metro hattının yanında Yeşilköy-Sirkeci gibi bir hat diye tahmin ettim önce. Fakat araç hareket edip vagonlardaki hız göstergesinden saatte 400 kilometrenin üzerindeki sürati gösterir sayıları görünce bunun bildiğimiz trenlere hiç benzemediğinin fark etmemiz uzun sürmedi. Şehir merkezine olan 40-50 kilometrelik uzaklığı 7 dakikada alınca bizim gibi hayretini gizleyemeyen birçok yolcu habire hız göstergesinin görüntüsünü almakta adeta birbiri ile yarışıyordu.
Maglevin durağında inip, sonrasında taksiye binerek kısa bir süre sonra -daha önceki yıldan hiç yabancısı olmadığımız- Jingan ilçesindeki oğlumuz ve gelinimizin evlerine gelmiş olduk.
Uçak yolculuğunuzu o kadar güzel anlatmışsın ki bize de “yok yahu, vay be, fen ne kadar ilerlemiş” demek düşüyor. Dönüşte tatil anılarınızı da okumak isteriz. İyi tatiller…
yolculugunuzun ıyı gecmesıne cok sevındık.belgeselın devamını beklrıoruz…ve ıyı tatıller dılıoruz…herkese selamlar…
Yavuz bey ve Bahriye hanım kardeşimizin değerli yorum ve katkıları için sonsuz teşekkürler.Sizlerden aldığımız destekle ve dilimiz döndüğünce yaşadıklarımızı yazmaya devam edeceğim. Sağ olun var olun.Şimdiden iyi bayramlar. Bizi izlemeye devam edin 🙂