Yakın plan gezintilerimizin ardından bulunduğumuz yerdeki Angel istasyonundan metroya binerek üç durak sonraki “Bank” istasyonunda indik. Bank’da yine merkezi konumda olan ve Londra’nın finans merkezlerinden biri olarak kabul edilen yerleri arasında sayılıyor. Burada biraz vakit geçirdikten sonra buraya çok yakın olan Thames nehrine ulaşıyoruz. Thames nehri birbirinden güzel köprüleri ve kıyısındaki muhteşem mimari her bakımdan görülmeye değer. Parlamento binası, savunma bakanlığı gibi birçok önemli yapı nehir boyunca sıralanmış. Herhalde “İstanbul için boğaz ne ise Londra için de Thames o” dersek abartmış olmayız. “London Bridge” köprüsünü kullanarak nehrin karşı kıyısına geçiyoruz. Köprünün bağlantılı olduğu demir yolu geçidinin altında “London Borough” denilen ayakta daha çok atıştırma şeklinde yiyecek mekanlarını içeren market de herkesin uğrak yeri haline gelmiş.
Akşam yemeğini de oğlumuz bize nehir kıyısındaki “Gauchos” denilen mekanda yedirdi. Burası sanıyorum eti ile ünlü bir yer olacak ki sipariş öncesi görevli olan genç bir kız önce bir tabla içinde pişmemiş etleri getirerek bunlar ile ilgili bir açıklama yapıyor. Biz yine bu konuda tercihi oğlumuza bırakarak damağımızı onun zevkine teslim ettik. Siparişimiz geldikten etrafta şarap eşliğinde bir yandan yemeğini yiyen bir yandan da Thames nehrini ve üzerindeki köprüleri seyreden insan grupları içine biz de katılmış olduk. Yazımın başında nehir üzerinde birbirinden güzel köprülerin olduğundan bahsetmiştim. Ama benim favorim gece ve gündüz farklı güzellikleri ile beğenimi kazananın “Tower Bridge” olduğunu söyleyebilirim. Gecenin ve yemeğin sonunda “London Bridge” istasyonundan metroya binerek evimize döndük.