BİRAZ DA KİTAP / SEVME SANATI

Sevme Sanatı” Erich Fromm’un 1950 li yıllarda yazdığı ilk kitaplarından. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen 34 dile çevirisi yapılmış popüler bir eser. Kitap ile ilgili tanıtım cümlelerine geçmeden önce yazarın dünyasına kısa bir yolculuk yapmayı uygun buldum. 1900 yılında Almanya’da doğan Erich Fromm Yahudi bir ailenin çocuğu. Ancak 26 yaşına geldiğinde “Dini inanç ve ibadetlerimden vazgeçtim çünkü ister dini ister siyasi olsun insan ırkının herhangi bir kesimine katılmak istemiyorum.” diyerek Yahudi inancını terk ediyor. 1934 yılında Nazi Almanya’sını terk ediyor ve sonradan vatandaşı olacağı ABD’ye yerleşiyor. 1980 yılında son bulan hayatına kadar bu kıtada çalışmalarını sürdürüyor.

Fromm’u popüler kılan önemli neden ideolojiler çağı olarak bilinen zaman diliminde yaşadığı halde bir ideolog olmayışıdır. Yahudilikten, Marksizmden, psikanalizden, Taoculuktan, Budizmden yani ihtiyaç duyduğu her yerden her şeyi alıyordu. Bütün bunların ışığında “Hümanist” sözcüğü kendisini en iyi tarif ediyor diyebiliriz.

“SEVME SANATI” kitabına dönecek olursak, yazar ilk bölüme “Sevmek bir sanat mıdır? Yoksa sevgi kaderin bir lütfu ile şanslı olanlarımızın kapıldığı tatlı bir duygu mudur?” sorusu ile giriş yapıyor. Kitabını ve düşüncelerini de birinci soru yani sevmenin bir sanat olduğu belli çaba ve emek harcanması halinde ancak öğrenilebileceği temeline oturuyor. Bu sanata başarılı olmak için atılacak adımları kuramda ustalaşmak, pratikte ustalaşmak, önem ve öncelikte kararlı olmak şeklinde sıralıyor.

İkinci bölümünde ise sevgi kuramını insanın varoluş sorunu ile paralel olarak ayrıntılı olarak açıklanmasına ayıran yazar çeşitli sevgi türlerini tarihsel ve toplumsal gelişim süreçlerini de dikkate alarak son derece derinlikli bir anlayışla anlatmaktadır. Hepimizin belki kulaktan duyma bilgilerle yetinmek zorunda olduğumuz anne baba ve çocuk arasındaki sevgi, kardeşlik sevgisi, anne sevgisi, cinsel sevgi, kendini sevme şeklindeki sevgi türlerini hayatın akışı ve yaşanmışlıklar zinciri penceresini de işin içine katarak gayet güzel açıklamaktadır.

Kitabın üçüncü bölümünde çağdaş batı toplumunda sevginin nasıl giderek yozlaştığına dikkat çekiliyor, insanların bu tuzağa düşmemesi için onları adeta uyarıyor.

Dördüncü bölümde sevginin öğrenilebileceği kabulünden hareketle sevginin uygulanması ile ilgili anlatımlara yer verilmiş.

Kitabın son bölümüne “SONSÖZ” olarak yapılan eklenti içerisinde Erich Fromm’un hayatı, Rainer Funk tarafından yazılmış “Erich Fromm’un yaşamında sevginin yeri.” başlıklı makale ve otobiyografik eklemeler yer almaktadır.

Önceki tanıtımlarımda yaptığım gibi bu kitapta da ilginç bulduğum bazı cümleleri aşağıda bulacaksınız.

“İnsanlar sevgiye açlar; mutlu ya da mutsuz biten sayısız aşk hikayesi izlerler, yüzlerce saçma aşk şarkısı dinlerler. Buna rağmen, pek azı sevgiye ilişkin bir şeyler öğrenmenin gerekli olduğunu düşünür.”

“Başarı, itibar, para, güç, hemen hemen tüm enerjimizi bunları nasıl elde edeceğimizi öğrenmeye harcarız. Sevmeyi öğrenmeye ise verecek hiçbir şeyimiz kalmaz.”

“İnsan zekâsı ile ödüllendirilmiştir. O, kendi kendini bilen bir yaşamdır; kendisinin ve diğer insanların, geçmişini ve gelecekte onu bekleyen olasılıkların farkındadır.”

“Birçok kişi topluma ayak uydurma gereksiniminin farkına bile varmaz. Bunlar kendi özgür düşüncelerini ve eğilimlerini gerçekleştirdikleri, bireyci oldukları ve düşüncelerine kendi başlarına düşünerek ulaştıkları düşüyle yaşarlar.”

“Sevmek bir eylemdir; edilgen bir duygu değil. Bir şeyin içinde olmaktır. Bir şeye kapılmak değil. En genel biçimiyle sevmenin etken yapısı, sevmenin almak değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımlanabilir.”

“Çok şeyi olan değil, çok veren zengindir. Bir şeyi yitirmekten korkan istifçi, ne kadar çok şeyi olursa olsun, ruhbilim dilinde yoksul ve yoksun bir kişidir. Ancak kendinden bir şeyler verebilen kişi zengindir.”

“Olgunlaşmamış sevgi, ‘Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var’ der. Olgunlaşmış sevginin söylediği ise ‘Sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum’ der.

“Eğer birini seviyorsam herkesi seviyorumdur; dünyayı, yaşamayı seviyorumdur. Eğer birine ‘seni seviyorum’ diyebiliyorsam, ‘sende herkesi seviyorum, seninle tüm dünyayı seviyorum, sende aynı zamanda kendimi de seviyorum’ da diyebilmeliyim.”

“Cinsel sevgi iki kişilik yalnızlıktır. Oysa sevdiği kişide insan tüm insanlığı, yaşayan ne varsa hepsini sever.”

“Sevgi başkası tarafından etkilenmek anlamında bir etki değildir. Kökleri insanın sevebilme yetisine uzanan, sevilen insanın mutlu olması için harcanan çabadır.”

“Eğer kişi annesine, kabilesine, ulusuna duyduğu sapkın bağlılıktan kendini kurtaramaz, cezalandıran ya da gönlünü alan babaya ya da herhangi bir otoriteye çocukça bağlılığını sürdürürse, Tanrı’ya daha olgun bir sevgi besleyemez; böylece onun inancı Tanrı’nın koruyucu anne ya da cezalandırıcı baba olduğu dinin ilk evrelerine takılı kalır”

“Emek sahipleri güç ve hünerlerini var olan piyasa koşulları altında sermaye sahibine satmak durumundadırlar, aksi halde açlıktan ölürler. Bu ekonomik yapı değerlerin hiyerarşisini yansıtır. Sermaye emeğe buyurur, sonunda cansız, ruhsuz şeyler yaşayan emekten, insanoğlunun gücünden daha değerli hale gelir.”

“Sık sık rastlanan ‘büyük aşk’ diye anlatılan bir yalancı sevgi biçimi de putlaştırıcı sevgidir. Eğer kişi kendi güçlerinin üretici bir biçimde dışarı taşıması ile bir özdeşlik, bir Ben’lik duyacak düzeye gelmemiş ise sevdiği kişiyi putlaştırmak ister”

“Çağdaş insan kendini metaya dönüştürmüştür, yaşama gücünü en fazla kar getirecek yatırım olarak görmekte, kişilik pazarında yerini almaktadır. Kendisinden, diğer insanlardan ve doğadan kopmuştur. Artık dileği, hünerlerini, bilgisini ve kendisini, yani kişilik paketini alışverişin kendisi gibi dürüst ve karlı olmasını isteyen biriyle değiştirmektir. Yaşamın ilerlemekten başka amacı, karlı bir alışverişten başka ilkesi, tüketmenin dışında başka doygunluğu yoktur.”

“İnançlı olmak cesur olmayı, tehlikeye atılabilmeyi, acı ve düş kırıklığına hazırlıklı olmayı gerektirir. Emniyet ve güvenliği yaşamının birinci koşulu sayanlar inançlı olamaz. Kendini koruma sistemleri içine hapseden, mal mülk edinmenin emniyet olduğunu sanan kişi kendisini bir tutukluya dönüştürür. Sevilmek ya da sevmek, çok önemli bazı değerleri düşünmek ve bu değerler için her şeye son verecek adımı atmak için ise cesaret gerekir.”

“Sevmek, kendini karşılıksız olarak adamak, sevgimizin sevilen kişide sevgi oluşturacağı ümidini taşımak demektir. Sevgi bir inanç eylemidir, inancı az olanın sevgisi de az olur.”

“Her toplum ve cemaat grubu sevgiyi kendisini korumaya en fazla uyacak şekilde ifade eder. Dolayısıyla mesela otoriter bir toplum sevgi kavramını, otoriteye sevgi ve bu otoriteye duyulan minnettarlık şeklinde görür”

Tagged: Tags

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *