HİKAYE-İ MUHALEFET (2)

Günlerdir gündemde olan ve ilgili, ilgisiz herkesi meşgul eden “Ne olacak bu CHP’nin hali” macerası geçtiğimiz hafta yapılan olağan kongresi ile nihayet sona erdi. 13 yıllık Kemal Kılıçdaroğlu döneminin sonu ve Özgür Özel döneminin de başlangıcı oldu bu. Çok bilmişlik edası ile “Bu resmi nasıl okumalıyız” diye başlayan cümleler ile uzun uzun politik analizler yapacak durumum yok, ama sade bir vatandaş ve seçmen olarak süreçle ilgili düşüncelerimi ve duygularımı paylaşabilirim ancak.

Türk siyasetinde pek alışık olmasak da aslında çok önceleri olması gereken bir durumdur yaşananlar. Sayın Kılıçdaroğlu’nun çok kötü biri olması ile de ilgili görmüyorum bunu. Aksine dürüst, ahlaklı, çalmaz çırpmaz özellikleri ile çok da iyi bir kişi diyebiliriz. Belki de tam bu yüzden ayrılması gerekiyordu. Gerçi olayların doğal akışındaki işaretler bunu birkaç kez hatırlatmıştı kendisine ama o anlamak istemedi ne yazık ki.

Hikâyeyi herkes bilir. Hani köyün birinde büyük bir sel baskını yaşanıyor. Herkes can derdinde ancak köyün imamı- yerine göre kilisenin papazı versiyonları da var- hiç oralı olmuyor. Sular yükselmeye başlayınca ahalinin yardım isteklerini de “Burası tanrının evi. Burada kalacağım ve Tanrı beni kurtarır” diyerek geri çeviriyor. İş giderek daha vahim hale gelince önce sandal, daha sonra helikopterle yapılan kurtarma teklifleri de aynı sebeple geri çevriliyor. Neticede acı son yaşanıp öteki dünyada Tanrı ile buluşma gerçekleşiyor. Buluşmada “Yüce tanrım ben ömrümü sana inanarak ve ibadet ederek harcadım. Bana yardım elini niye uzatmadın” diyerek serzenişte bulununca Tanrı “Be hey gafil kulum sana o sandalı helikopteri kim gönderdi sanıyorsun?” diye karşılık verir.

Kemal Kılıçdaroğlu için ilk işaret Ekmeleddin vakasında yaşandı. Akabinde Muharrem İnce vakası da ayrılması ile ilgili farklı bir sinyaldi. Nihayetinde 14/28 Mayıs seçimleri bütün muhalefetin üzerinden silindir gibi geçince artık vakit geldi diye düşündü herkes. “Bulun 226yı düşürün” Demirel’in iktidarda tutunma stratejisi idi. Benzerini bu defa Kılıçdaroğlu kongreyi işaret ederek uyguladı.

Yönetimde olmanın bütün imkanlarını ve avantajlarını kullanıp kazanacağından emin olarak kongreye geldiğini düşünüyorum. Bu arada bu kadar milletvekili, şu kadar il başkanı, şu kadar belediye başkanı Kılıçdaroğlu’na desteklerini açıkladı gibi durumları şık bulmadığımı hemen belirtmeliyim. Bu noktaya gelmiş kişiler bir adayın değil, partinin kurumsal sorumluluğunu yüklenmiş olmalılar diye düşünürüm. Şu adaya veya bu adaya oy verebilirler ancak bulundukları pozisyonu herhangi bir adayın lehinde veya aleyhinde kullanmaları hiç uygun düşmedi. “Delegelerimizin en sağlıklı ve doğru tercihi yapacağına inanıyoruz. Bu yarışın kaybedeni olmayacak ancak kazananı partimiz olacaktır” gibi daha nötr cümleler kurmalarını beklerdim.

İşte bütün bunlara rağmen ilk turu Kılıçdaroğlu rakibinden 18 oy geride tamamladı. Aslında Allah’ın sevgili kulu imiş ki Kılıçdaroğlu için son bir fırsattı bu. Bu durumda benim gibi herkes kendisinin adaylıktan çekilerek mahalle kabadayıları edası ile “Var mı Özgür kardeşimle bize yan bakan” diyerek kol kola sahneye çıkıp onur, itibar ve saygınlık grafiğini yükseklere taşıyabilirdi. Ama bu sinyali de duymazdan geldi ve mukadder akıbet gerçekleşti. Bu süreçte zihinlerde kalan sıfatı statüsü ne olduğu belli olmayan İmambakır isimli kerameti kendinden menkul bir zatın genel başkana parti sözcüsü ve milletvekillerinin suspus olduğu bir ortamda “Çekilemezsin, izin vermeyiz” şeklindeki telkinin de ötesinde ayar verme tonundaki sözleri yer etti. Eğer sayın Kılıçdaroğlu’nun etrafında böyle dostları varsa düşmana hiç ihtiyacı yok. “Tanrım beni dostlarımdan koru, düşmanlarımla ben kendim baş ederim.” derken ne doğru söylemiş Grigory Petrov.

Benim Özgür Özel’e de Kılıçdaroğlu’na da bir önyargım yoktur. Aynı şeyi siyasi partiler için de söyleyebilirim. Tabii konjonktürel olarak aldığı ya da almadığı kararlar ile insanlara daha çok dokunan, canını yakan iktidarlar olduğu için onlar sayısal olarak daha fazla eleştiriye muhatap olabilir. Muhalefet ise cürmü kadar yer yakıyor ve nihayetinde seçimlerde kendilerinin bileti kesiliyor.

Türk siyasetin de eksik bulduğum nezaket konusunda da bu kongre sürecinde dikkat çekici enstantelere tanık olduk. Tarafların ve taraftarların abartılı duygusal tepkileri, konuşmacıların konuşmasını sabote eden slogan taburları olsa da daha önceki siyasi parti kongrelerinde rastladığımız sandalyelerin havada uçuşması gibi durumlar yaşanmadığı için epey bir ilerleme olduğunu söyleyebiliriz. Kongre süresi içinde söz alan delegeler ya da partililer eteklerinde ne kadar taş varsa döktüler. Birçokları tarafından bu bir kaos ve karmaşa gibi görünse de bence iyiye işaret eden bir durum. İktidar partisinin kongrelerinde bu canlılığı pek göremiyoruz. Mesela o kongrede delegenin biri çıksa ve “Bu can bu bedende oldukça diye başlayan cümlelerin akıbetinden endişe ediyoruz. Yıllarca heterodoks dediniz faizi düşürdünüz alkışladık, şimdide rasyonel zemin dediniz faizleri yükseliyor yine alkışlıyoruz. Enflasyonun beli hala kırılmadı ve kırılacağı da yok. Mülakat kaldırılacak dendi tıs yok. Dış güçler masalı da artık işe yaramıyor. Bütün bunları seçmene, halka anlatamıyoruz” şeklinde bir yakınmada bulunma şansı ya da ihtimali ne kadar. Sessizce süren ve bir kişinin konuşması diğerlerinin de alkışlama özgürlüğünü sonuna kadar kullandığı bu tip kongreler de istikrar, birlik, bütünlük olarak pazarlanıyor bizlere.

Bu olağan kongre sonucu değişen yönetime iktidar cenahının nasıl yaklaşacağı da benim için merak konusu idi. Belki yeni yönetim ile çok az bir ihtimal de olsa bir nezaket iklimi oluşabilir mi diye düşünüyordum. O cepheden gelen tepkilerden de öğreniyoruz ki garp cephesinde değişen bir şey yok. Sayın cumhurbaşkanı bu konuda “Al birinden vur birine” şeklinde bir deyimle değerlendirmesini yaptı. Anlaşılıyor ki önümüzdeki seçim stratejisi yine bildiğimiz kutuplaşma ve gerilim üzerine inşa edilecek. Yoksa içinden gelmese bile “Geçmiş dönemde görev yapan Sayın Kılıçdaroğlu’na ülke siyasetine yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür eder, Özgür Özel’in şahsında yeni yönetimi kutlar ve çalışmalarında başarılar dilerim” gibi cümleleri kurmak niye bu kadar zor gelir anlayamıyorum.

“Al birini vur birine” değerlendirmesi sanırım Özgür Özel’in kongrede yaptığı konuşmada Osman Kavala’ya, Selahattin Demirtaş’a selam göndermesi ile ilişkilendirilen bir durumdu. Ben sade bir vatandaş olarak Demirtaş’a veya temsil ettiği siyasi anlayışa belki kafamda bazı şeyler netleşmediği için kuşku ile bakabilirim. Etnik siyasetin kalıplarını kıramamış olmaları, terör ve şiddet konularında kamuoyunu tam ikna edememeleri vb. konularında biraz daha açık olmaları gerekir diye düşünüyorum. Ama hiçbir gerekçe hiç kimseye ve partiye karşı hukuk dışı bir işlemi mazur göstermez. Bu konularda herkes her şeyi söyleyebilir ama bagajında Oslo görüşmeleri, Dolmabahçe mutabakatı, çadır mahkemeleri en hazini de mahalli seçimleri kazanmak için bel bağlanılan İmralı mektupları bulunan bir anlayışın Selahattin Demirtaş’a selam söyleyen bir anlayışı en son eleştiren biri olması gerekir diye düşünmekteyim. Bu durumda “Al birinden vur birine” değerlendirmesinin kapsamı iktidarın uygulamalarını da kapsayacak şekilde geniş tutulmalı yoksa sade vatandaş “Tencere dibin kara seninki benden kara” deyiverir maazallah.

Netice olarak günlerdir kamuoyunu meşgul eden mesele halloldu. Su aktı yolunu buldu ve CHP yeni yönetimine kavuştu. Ben hiçbir kuruma da kişiye de önyargılı değilim Birçok kişinin yaptığı “Sende kaybedenlerin yanındaydın, içindeydin” yargılamasını erken bulurum. Bu durumlar biraz problemli evliliklere ve aile hayatlarına benzer. Hep insanların içinde belki düzeltebiliriz beklentisi, etrafın çocukların geleceği gibi nedenler ile hep ertelenir yani kol kırılsa bile uzun süre yen içinde saklanır. Artık tüm umutlar tükenince de yeni arayışlara yelken açılır. Bu durum da herhalde böyle olmuştur diye düşünüyorum. Bir seçmen olarak söylemlerden çok eylemlere odaklanarak başarılı olmalarını diliyorum. Bu sadece onların değil bütün ülkenin başarısı olacak aslında. Bu arada hemen belirtmeliyim ki kredim süresiz değildir. Milletvekilliği için düşünülen dönem sınırlaması genel başkan için de olmalı üç seçim yenilgisi yaşayan partinin genel başkanının görevini bırakması artık teamül olarak yerleşmelidir.

Bekleyelim görelim o zaman.

Tagged: Tags

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *